Maddenin içine gömülüyüz; zifiri karanlık; usul usul kazıyor, el yordamıyla ilerliyoruz. Karanlığın içinde şeylerle karşılaşıyoruz. Şeyleri adlandırıp birbirlerine bağlıyor ve kazmaya devam ediyoruz. Köstebek gibi, maddenin içinde oyuklar açıyoruz. Oyuklarımız; şeyleri birbirlerine bağladıkça aydınlanan anlam dünyalarımız. Her oyuk, anlam bağlarıyla birbirine bağlanmış şeylerle dolu bir mikro-dünya. Maddenin içinde hareket ederken, başka oyuklara rastlıyoruz; kimi zaman çatışıyor, kimi zaman konuşabiliyoruz. Konuştukça oyuklar birbirlerine bağlanıyor ve anlam dünyamızın öngörülemeyecek bir şekilde genişlediğini duyumsuyoruz. Dünyamızın biçimini, büyüklüğünü kestiremiyoruz, içindeyiz çünkü. Bir de şeylerin bizden habersiz kendi aralarında inşa ettikleri dünyaları ve dünyaların birbirine bağlanıp çok merkezli bir labirent oluşturduklarını düşününce, birden bir ürperti kaplıyor içimizi, labirentte kaybolmaktan korkuyoruz. Dediklerine göre, o yüzden kazmayı bırakıp oyuklarına kapananlar varmış.

***

Maddenin içinde hareket eden, sınırının nerelere uzandığını kestiremeyen ama kazmaktan ve kazdıkça karşısına çıkan şeyleri birbirine bağlamaktan asla vazgeçmeyen köstebekleriz. Bildiğimiz tek şey, maddenin homojen ve yekpare olmadığı; birbirlerinden çok farklı heterojen parçalardan müteşekkil. Heterojen parçaları bir araya getirerek yuvamızı ve kendimizi biçimlendiriyoruz. Yuvaya mekân, mekâna da kimi zaman uzam denmesinin nedeni, bedenimizin uzanabildiği mesafe olmasıdır. Kazdıkça, şeyleri birbirine bağladıkça bedenimizin uzamı da genişliyor. Uzam; bir nesnenin uzayda kapladığı yer olarak tanımlanıyor. Peki, bir beden nerelere uzanır, ne kadar yer kaplar? Bu soruyu, bedenin anatomik yapısına göre tanımlarsanız, yanılırsınız. Zaten iktidar da sözlüklerinde böyle tanımlıyor. Bedenin uzamını anatomik olarak tanımladığınızda, iktidarın tuzağına düşer ve iktidar tarafından kolaylıkla yakalanırsınız. Bedenlerini estetik kaygılarla, kendi iradeleriyle biçimlendirdiklerini düşünenler, iktidarın yakalama aygıtlarına yenik düşenlerdir. İktidar anatomi sever, anatominin bir biçimi vardır ve yeniden biçimlendirilebilir. Estetik kaygılarla anatomilerini biçimlendirenler, hiç kuşkusuz iktidarın toplumsal bedende gerçekleştirdiği estetik operasyonları da onaylayanlardır.

***

“Mimarlık, uygun koşullar altında bir araya getirilmiş kütlelerin ustaca ve muhteşem oyunudur” (Le Corbusier). İktidar kütlelerle oyun hamuru gibi oynamaktan ve onlara estetik biçimler vermekten müthiş keyif alır. Toplumsal bedene bir oyun hamuru gibi biçim verenler, maddenin dışına çıkan ve maddeye dışarıdan biçim dayatanlardır. “Le Corbusier’in mimarlık tanımı tamamen devlet zihniyetine aittir” diyor A. Ballantyne (Mimarlar için Deleuze ve Guattari, YEM). Ha bedeniniz, ha toplumsal beden, ha fiziksel mekânlar, fark etmiyor; hepsi de devlet için biçimlendirilecek kütlelerdir. Latincede devlet (status) ve heykel (statuae) aynı kökenden gelir. Devletin işi; heterojen malzemeyi yoğurmak ve idealarına uygun donuk heykellere dönüştürmek. Platon’un tanrısı Demiurgos da, tıpkı Le Corbusier gibi mimardır, dünyayı idealara göre biçimlendirmiştir. Hayatlarımıza tepeden indirilen formlar şekil veriyor. Aşkın formlarla biçimlendirildiğinize göre kazmayı bırakmış ve iktidara teslim olmuşsunuz demek ki. Oysa kazıyordunuz, kazdıkça sadece uzamınızı değil, bedeninizi de biçimlendiriyordunuz. Bedenin uzamı sanıldığının aksine anatomik olarak değil, kurduğu bağlantılarla tanımlanır. Eğer bir beden kendini anatomik olarak tanımlıyorsa bilin ki onu iktidar ele geçirmiştir. İktidar saraylarını anatomik bedenlerle inşa ediyor.

Kazmayı bıraktık ve bir hüzün kapladı içimizi; yoğunlaşıp kedere dönüştü ve şimdi için için yanıyoruz. Zor tabii ki anatomik sınırlara kapatılmak, cismi kadar yer kaplamak ve ateş olduğunda kendi cismini yakmak. Oysa Nâzım Hikmet “Kerem Gibi” şiirinde başka türlü yanmaktan söz ediyordu. Dediğine göre, biz yandığımızda karanlıklar aydınlığa çıkacaktı. Yanmak, bir güneş gibi ışımak ve hep birlikte ışıyarak toplumsal bedenin uzamını genişletmektir. Anatomik sınırların içine kapatıldığımızdan beri için için yanıp, kömür gibi kararıyoruz. İktidarın gözlerindeki ışıltı, odun ateşinin alevidir.