İki aylık bir aradan sonra, Birgün okurlarına merhaba...
Karabataklar gibi bir görünüp bir kaybolmanın kimi zaman faydası olduğu kanaatindeyim. Karabataklar için, su üstünden her kaybolma, biraz daha karın doyması anlamına geldiğine göre bunun en azından onlar için olumlu olduğu kesin.
Ya biz insanlar için?
Şüphesiz bu durum, zamanı nasıl kullandığımıza bağlı. Kendi açımdan, bu geçen sürede - bir tür inzivaya çekilerek- çevre/çeperime, olup/bitene, gelip/geçene ve bir miktarda kendi içime daha bir dışarıdan, daha bir detaylı bakma olanağı bulabildim. Böyle durumlarda fayda zarar analizi malum:“Dante'nin Cehennemi'ne bir odun” misali... Lakin, içim rahat, tuttuğum balıklar hariç her şeyin hesabını verebilirim. Bir de evdeki kedinin edimlerinin hesabını... Bodrum'da dönüp dolaşan; “ Kemal'in kedisi Muğla delegelerini yemiş” lafzının bir şehir efsanesi olduğunu, kaldı ki öyle bile olsa, - kedilerin yeme konusunda seçici olduğunu bildiğimden- ; “vardır hayvancağızın bir bildiği” deyip geçtim.
Hesapsız, kitapsız ne yaptın denirse; ayın şavkı şahidimdir, içtim.. Gericiliğin ve ırkçılığın tavan yaptığı şu günlerde, her kadehle, bir de mesaj gönderdim mavera alem hesabı yapanlara; “ İnsan ol! ” dedim, “Bu dünyanın faniliğini benden iyi bilirsin ve saygı bekliyorsan biraz da sen saygı göster!” Harabi'nin dizeleriyle, Erkan Oğur'un sesiyle;
“ Ey zahid şaraba eyle ihtiram,
İnsan ol cihanda, bu dünya fani..”
Tatil sözcüğü genel anlamıyla, her şeyi bir kenara bırakmayı içerirken dinlenmeyi içermeyebiliyor. Ya ' dinlence', işte bu sözcük tam anlamıyla dinlenmeyi tarif edebiliyor. Hal böyle olunca fiziksel olarak her iki tanımda bana uyuyor, ancak zihinsel olarak tam tersi söz konusu.
Kapitalizmin yarattığı bataklık ortamında - kapitalistin kendisi de dahil- hiç kimsenin o kötü kokudan uzak durması olası değil. Öyle bir koku ki, kaçmak ne mümkün, her yerde sizi buluyor, rahatsız ediyor, batıyor, uyutmuyor ve isyan ettiriyor.
Bir dönem kiracı olarak kaldığım bir dairenin hemen altında oldukça yaşlı bir komşum yaşardı. Adamcağız, gece uykusu olmadığı için, banyonun musluğundan damlayan suya kafayı takar, şikayette bulunurdu. Oysa musluktan damlayan su hemen dibinde uyumakta olan bizleri hiç rahatsız etmezdi. Bir bakıma alışmıştık o tek düze sese..
Gürültülü bir ortamda gürültüden kaçamayan insanların, zamanla o gürültüye alışıp, eskisi kadar rahatsız olmadıklarını ve bu durumu tıbbın: “beynin kendisini koruması” olarak tanımladığını duymuştum. Aynı durum, kötü koku içinde geçerli olabilir mi? Neden olmasın. Bataklığa her geçen gün daha da batan milyonlarca insanın, ne bunun ayrımında olması ne de kötü kokudan rahatsızlık duymuyor olması, başka nasıl açıklanabilir ki.
İnsanlar, kendini dış dünyaya kapatmış, içe dönmüş, tevekkül içinde yaşıyorlarsa elbette ki kapitalizmin bataklığından yayılan pis kokudan da rahatsız olmayacaklardır. Başlarına gelen felaketlerden yöneticilerini sorumlu tutmayacak, mevcut durumu “ takdir-i ilahi” deyip kadere bağlayacaklardır.
Mutluluk kavramına eleştirel yaklaşanlar, “ bir çocuğu mutlu etmek istiyorsan, ona mısır şurubu ve trans yağlardan oluşan bir yiyecek ver.”derler. Toplum da, aslında böyle bir durumda. Bu coğrafyadaki insanları mutlu etmek için, din ve milliyetçilik, trans yağlar ve mısır şurubu gibi kullanabilmekte. Bünyesine zarar verse de, damak tadı onu mutlu etmeye yetmektedir. Günümüz egemen siyaseti de bu toplumu oyun hamuru gibi görmekte ve istediği biçimde yoğurmaya çalışmaktadır.
Öte yandan, her olay binbir çelişkiyi barındıryor içersinde ve bu toplum, aynı zamanda tam bir çelişkiler yumağı.
Malum Taşeron'da bu yumakla oynamayı pek seviyor. Bilirsiniz, kediler de yumakla oynamayı pek severler. Kendisini kediye benzetip boşuna çizmemişler vakti zamanında. Emperyalizme taşeronluk adına her şeyin üzerine atlayan bir kedi. Bir farkla ki kediler de her şeye atlarlar ancak düşmesini de bilirler. Her ne kadar halk arasında bu tür atlayışlara “sazan” benzetmesi yapılsa da bu saldırgan taşeronda kedilik daha ağır basıyor bence..
Öyle bir kedi ki Türkiye halkları yetmedi mi, Suriye ve çevre haklara bile pençe uzatabilmekte.
Dünya böylesi canavarlara sahipken, Kemal'in kedisine laf edenler;
“ Siz o meleği öpün de başınıza koyun!”