İlk nekrofili (ölülerle cinsel ilişkiye girme sapkınlığı) hadisesi ne zaman yaşanmıştır bilinmiyor ama bilimsel bir çalışmada ilk kez ne zaman ortaya çıktığını biliyoruz: Psikiyatr Richard von Krafft-Ebing, akıl hastanelerinde tehlikeli hastalar üzerine yaptığı araştırmaları 1886’da Psychopathia Sexualis adıyla yayımladı. Cinsel suçlar konusunda adli kurumlara rehberlik yapmak amacıyla yazılan bu önemli çalışmada ‘nekrofili’ başlığı kitabın sonunda yer alıyor: “Cinsel tutkunun bu dehşetli türü o kadar canavarcadır ki, hangi koşulda olursa olsun psikopatik bir durum olarak nitelenir. Maschka’nın da önerdiği gibi failin ruhsal durumu mutlaka araştırılmalıdır. Her hâlukârda, anormal ve kesinlikle sapıkça bir şehvet duygusu insanın bir ceset karşısında hissedeceği doğal iğrenme duygusunu aşmasını sağlar ve ölü bedenle cinsel birleşme deneyiminden zevk almasına izin verir. Ne yazık ki bildirilen olayların çoğunda mental durum incelenmemiştir. Bu yüzden akıl sağlığı yerinde birinin nekrofilik olup olmayacağı konusu açık bırakılmalıdır. Yine de, cinsel içgüdünün korkunç sapmaları konusunda bilgi sahibi olan hiç kimse daha fazla araştırma olmadan bu mesele hakkında kolayca olumsuz yanıt veremez.” Sadece bu kadar; yaklaşık 700 sayfalık kitabın sonunda bir sayfa… Krafft-Ebing bu konuyu mide bulandırıcı bir şeyden uzak durmak ister gibi en sona atıp bu satırlarla yetiniyor.

20. yüzyılın ilk yarısında iki büyük savaş, sanatsal/düşünsel akımlarda hızlı ve şaşırtıcı değişimler, sinemanın küresel düzeyde kültür endüstrisinin zirvesine çıkması, uyuşturucu ve keyif verici maddelerin yaygınlaşması vs. derken nekrofili uzunca bir süre gündemden düştü; ölüm olgusu ve ölü bedenler en fazla sinemanın korku nesnesi olarak kullanıldı -özellikle mumya ve zombiler. 1960larla birlikteyse kitle kültürü ürünlerinde nekrofilik öğeler görülmeye başlandı. Bu bir tezatmış gibi görünebilir; özgürlük kavramının tarihte daha önce olmadığı kadar yaygın ve değerli hale geldiği, insanlararası eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya niyetli yeni kuşakların kapitalizmin ölümcül otoritesine karşı birleştiği bir dönemde nekrofili anlatıları neden Krafft-Ebing’in kemiklerini sızlatacak düzeyde çoğalıp yaygınlaşsın ki?! Frankfurt Okulu’nun -özellikle Herbert Marcuse’ün- o dönemi belirleyen çalışmalarıyla yaklaşıldığında açıklaması zor değil: Dünyanın dört bir yanında özgürlükçü-eşitlikçi gençler yaşam tanrısı Eros’u tercih ederken otorite ve onun ekonomi-politika-kitle kültürü üçlüsüyle yönlendirdiği çoğunluk ölüm tanrısı Thanatos’un peşinden gidiyordu. Nekrofilik anlatıların sağcılığın yükseldiği ‘70lerde patlama yapması - Luis Bunuel bile Le phantome de la liberte/Özgürlük Hayaleti‘nde (1974) bir subayın intikam amaçlı ölüseviciliğini anlatıyordu-, Reagan/Thatcher/Gorbachev/Özal dönemindeyse zirveye ulaşması boşuna değil…

Böylece, bir zamanlar nekrofili anılmaz veya en fazla uzaktan değinilirken Krafft-Ebing’in konuyu ele alışından 100 yıl sonra artık kahramanı nekrofil olan filmler yapılmaya başlandı. Ama bu aşırılıkta bile belli bir ‘şirazeden çıkma’ eğrisi var: Örneğin, cinayet ve ölümlü kaza mekânlarının temizliğinde çalışan Robert Schmadtke adlı gencin öyküsünün anlatıldığı ‘nekrofilik başyapıt’ Nekromantik‘te (1987) bu sapkınlığın toplumsal yansımaları da görülür. Mesela korku filmi gösterilen bir sinema salonunda, perdede genç kız ölüm korkusuyla çığlıklar atarken filmi izleyen bazı genç çiftler sevişmeye başlar. Bir başka sahnede Schmadtke’nin haçtan çıkmış bir İsa figürünü haça yeniden çakmasını -İsa’yı tekrar çarmıha germesini- izleriz. ‘Kutsal ölü’yü çivilerken Schmadtke’nin yüzünde orgazmik bir ifade vardır. Finaldeyse Schmadtke karnına bıçağı defalarca saplayıp kendini öldürürken hayatının en şiddetli orgazmını yaşar. Bu tür sahneler kendini ölüm üzerinden gerçekleştirmenin psikopatolojisine dair tutarlı bir eleştirellik sunar. Oysa birincinin bittiği yerden -Schmadtke’nin orgazmik ölümü/ölümcül orgazmı- başlayan 1991 tarihli ikinci filmde (Nekromantik 2) nekrofili tamamen pornografik biçimde, artık üzerine düşünülmesi gerekmeyen bir seyir nesnesi olarak sunulur.

Bu hafta gösterime giren O Cadaver de Anna Fritz/Ölüm ve Sonrası ise Nekromantik 2’nin de ötesine geçiyor. Üç genç erkeğin morgda işledikleri suçtan paçayı kurtarma çabasına dair basit bir gerilim oyunu olan film, artık sinemada nekrofiliye dair herhangi bir eleştirel ya da analitik bakış beklemenin anlamlı olmadığını da gösteriyor.
Çok normal tabii, dünyayla birlikte anlatılar da değişiyor. Hatırlarsınız, Nisan 2012’de Mısır parlamentosunun Rabia’cı Müslüman erkekleri, ölüm anından sonraki 6 saat boyunca ölen karılarıyla seks yapabilme konusunda yasa çıkarmayı konuşuyorlardı. Krafft-Ebing’den 130 yıl sonra dünyanın ulaştığı nokta budur işte...