Kelimelerden örülü bir zaman

NİLİPEK.

İnsan kendi çocukluğuna dair birçok detayı doğru hatırlayamıyor; hafıza dediğimiz duyguları, fikirleri birbirine karıştırıp bize yepyeni anılar bahşediyor, belirgin rutinleri ise silikleştiriyor. Tuhaftır; hep bir yerlere ufak tefek kelimeler karaladığımı hatırlasam da aslında garip, çocuksu şiirlerle defterler doldurduğumu, bunun bir rutin olduğunu görmem için söz konusu defterlerle yıllar sonra karşılaşmam gerekti. Biraz şaşkınlık, bolca utanç: Tecrübe etmediğim her şeyler ilgili yazdığım kocaman cümleler.

Ama lise yıllarında bir kırılma var; neler olacağını hiç bilemeyen bu lise öğrencisi, artık bu durumu kabullenmiş, büyük laflar etmekten, konu olarak ilginç zannettiği ama hiç yaşamadığı duygulardan vazgeçmiş bir şekilde. Onun yerine basit durumları anlatabileceğine, benzetmelere, kelimelere odaklanmaya başlamış. Bu arayışın sonuçları elbette çok acemi, ama bir uğraş var, ve dizelerde o uğraş, o denemeler görünür halde. Önce bunu yaşın ilerlemesiyle, lisedeki arkadaşlarımla açıkladım kendi kafamda, ama biraz düşününce başka bir şeyi hatırladım: 2003 yılbaşı ve annemin bana aldığı iki ciltlik ‘Edip Cansever - Sonrası Kalır’

Edip Cansever’in bütün şiirlerini içeren bu iki cildi nasıl bir açlık ve şaşkınlıkla okuduğumu anımsıyorum. Duyguların, düşüncelerin betimlenebilir, kelimelerin eğilip bükülebilir şeyler olduğunu görmüş, anlattığı küçük karşılaşma anlarını, karakterleri, cisimlere yüklediği anlamları hayranlıkla izlemiştim. Yazdığı her dize kafamın arka tarafında seslere dönüşüyor ve benimle konuşuyor, bana dilin daha önce varlığından bile haberdar olmadığım dünyalarının fotoğraflarını gösteriyordu. Hayata dair farkında olmadığım her detay, artık bambaşka hisleri anlatmanın, kelimelerden örülü bir zaman kurmanın yoluna dönüşmüştü.

Dizelerinde, anlattıklarında hep başka bir gerçeklik var sanki; kimi zaman ferah, kimi zaman ağır, ama bizim yürüdüğümüz, yaşadığımız gerçeklik değil. Tanıdık, bildik ama başka; belki biraz rüya buğusuyla kaplı, gün içinde yaşadığımız, gördüğümüz her şeyin, uykumuzda bize yeni sözlerle tekrar anlatılması gibi. Belki biraz şehirde, sokakta yürümekte var olan ağırlık ve bu ağırlığın getirdiği, küçük anlara eşlik eden aceleci ferahlık yüzünden, biraz da her kelime beklemediğimiz yerde diye.

Zamanla dil değişti, kelimeler, cümleler değişti, başka şiirler, başka şairler yepyeni kapılar açtı, ama böyle keskin bir değişim hiç olmadı. Neyin nasıl anlatılabileceğini sorgulama isteği de Edip Cansever ile geldi, aklımdan geçen her şeyi güzel dizelere yerleştirme arzusu da. En fenası, ya da belki en güzeli, zarif ve gerçekçi bir sevme özlemi, bu özlemin hüznü gelip oturdu 15 yaşında yüreğe; sevilmek değil de, nasıl severim bir insanı, bir cismi, bir hayatı tüm gerçekliğiyle.