Eskiden muhalifler kestirme yoldan idam edilirdi...

Eskiden muhalifler kestirme yoldan idam edilirdi...

Şimdi öncelikle muhalif kelimeler idam ediliyor... 

En ucuz ve kestirme ilan çeşidi, malum, “Kelime İlanları”dır...

Muktedir olmanın en ucuz ve kolay tarzı da gündelik hayattaki kelimelerin ölüm ilanlarında izlenmiyor mu? Her bir muhalif kelime teker teker katlediliyor, yani “öbür dünyaya”, onların dünyasına intikal ediyor...

Konuşurken kullanacak muhalif kelime kalmıyor elimizde...

Sözlerimizi çalıyorlar! Sözlerimizi çalınca haliyle fikirlerimizi söylemek, ideolojimizi ifade etmek zorlaşıyor...

Çünkü artık televizyon reklamlarında peynirde bile devrim yapıyorlar...  Devrim deyince ilk akla getirilen artık beyaz peynir! Aynı minvalde kul köle olabilme özgürlüğü de rahatça savunulmuyor mu? Türbana özgürlük! Özgürlük ile kulluk arasındaki ayrım bir çırpıda kalkıveriyor... Ardından da cep telefonuyla bu hattan şu kadar konuşursan o kadarı da bedava diye ekliyorlar. Alın size ifade özgürlüğü. Ama konuşmaktan düşünmeye vakit de kalmasın istiyorlar.

Adnan Bostancıoğlu bu gidişatı “Yeni Zamanlar” diye irdelemişti: Televizyon dizisi çeken genç bir yönetmen, duvarlara yazılama yapan arkadaşlarına silahla koruma yapan solcu militanların “üniformaları” ile sağcı militanların “üniformaları” arasında fark olup olmadığını sormuş...

Böyle bir soru, ancak farklı ve muhalif kelimelerin öldürüldüğü, üniform yani tek tip hale getirildiği bir algı dünyasında sorulabiliyor.

Haliyle Adnan da kendi sorusunu soruyor: Bu insanlara derdimizi nasıl, hangi dille, hangi araçlarla anlatacağız?

Algı dünyası, ideolojik şekillenme ile yaratılıyor ve sıradan ve hatta muhalif gibi görünen kelimeler dahi bu hegemonya sürecinde harç olarak kullanılıyor...

Öte yandan asıl marifet yeni zamanlar’ın getirdiği teknolojideymiş gibi de gösteriliyor... Hayır efendim, bu ülkenin solcuları hiçbir zaman teknoloji körü olmadı!

Elbette vakti zamanında bizler de Sovyet devrimindeki “Iskra” adlı gazeteye bakıp, “gazete kolektif örgütleyicidir” derdik... Çünkü beş gazetenin yayınlandığı Çarlık Rusya’sındaki altıncı gazete olan Iskra, okuyucusuna altı ay sonra ulaşsa bile maksat hâsıl olurdu... Ama yirmi yıl önce artık ben bile, Iskra’nın yerini modemlerin alacağını yazmayı akıl edebilmiştim, üstelik henüz Türkiye’de internet bilinmiyordu; ve sanayi toplumunda kitle bağı kurma konusunda çarpıcı bir karşılığı olan “volan kayışı” metaforu yerine bilişim toplumunda “modem” metaforunun daha etkili olacağını da söyleyebilmiştim...

Ama iş teknolojide bitmiyor ki... Zaten bakın işte BirGün’ün internetteki tıklama sayısı, kâğıt tirajının kat be kat üstünde...  Demek ki asıl önemli olan kelimelerimizi çaldırmış olmamız. Elbette “nüfus cüzdanımı kaybettim, hükmü yoktur” diye ilan verdiğimizde ölmüş olmuyoruz, birileri bizim adımıza sahtekârlık yapmasın istiyoruz. “Ehliyetimi kaybettim hükümsüzdür” dediğimizde de, araba sürme yeteneğimizi kaybettiğimizi söylemiyoruz ki... Dolayısıyla “özgürlük” kelimesini çaldırmışsak, aslında tek derdimiz, bu kelimeyi hırsızların kullanmasını hükümsüz kılabilmek...

Ya da Cemal Süreya’nın “Sevda Sözleri”nden iki dize okumak: “Tutar ellerinden kaldırırsın /Adı kötüye çıkmış tüm sözcükleri.”

Peki “söz”? Söz de önemli; ama söz, sadece kelimelerden mi ibaret?

Hayır, çünkü “söz vermek” sözden de önemli! Yani önce kendimize söz vermek, sonra başkalarına verdiğimiz sözün gereğini yerine getirmek...

Ama sözü de bir yere bağlamak lazım, değil mi? Yukarıda bahsettiğim “Iskra”nın, “kıvılcım” anlamına geldiğini hatırlattıktan sonra, ben de Adnan’ın yaptığı gibi sorunun çözümünü gençlere havale edeyim. Verilen sözleri yerine getirebilen, közdeki ateş gibi için için yanan, yanmakla yetinmeyen ve sömürüyü ve zulmü yakma potansiyelini sürdüren bir ateşi, ıskra’ları, kıvılcımları temsil edenlere...

Peki, sözü uzatmamak da lazım, çünkü muhtemelen bu yazının altına şöyle bir ilan girecek:

“Kelime ilanlarınız BirGün sayfalarında hedefine hem ekonomik hem kolayca ulaşacak...”