Kemal Özer: Sessiz bir şiir ırmağı

TACİM ÇİÇEK

Kemal ÖZER, içselleştirmeden yazmayan ender şairlerimizden. 'Oğulları Öldürülen Analar'a 1978’de başlamış, ancak 1995’te kafasında ve kanında olgunlaştırdığı için okura sunmuş. Bu onun işini ne denli sevdiğini, işçiliği ne çok önemsediğini ve yapacağı çalışmayı da başından itibaren tasarlayıp plânladığını gösterir. Bir arı gibi çevresindeki olaylardan, yaşanmışlıklardan topladıklarını peteğinde yoğuruyor ve kendine özgü şiir balını oluşturuyor. Bence şairlik de budur zaten ve buradan itibaren de bir ırmağı olup dünyanın şiir okyanusuna akar. Tanıştığımızda ona demiştim, ‘abi bence siz sessiz bir şiir ırmağısnız.’ O da yalnızca gülümsemişti.

Kemal Özer sesli, iletili, ve anlatımcı bir şiirden yanadır. Bunu yaparken kaba gerçekçilikten uzak, düşüncesiyle estetizmi örtüştürmüş olması şiirinin en belirgin özelliğidir.

O, 1935’te İstanbul’da doğmuş. 1950 Kuşağı’nın ilk yayıncısıdır. Babası, tren sürücüsüymüş. İstanbul Erkek Lisesinde orta öğrenimini bitirmiş. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenim görmüş. Öğrenciyken arkadaşlarıyla birlikte (1956-1960) a dergisi’ni çıkarmış. İşte bu sırada Özer Özler olan adını Kemal Özer olarak değiştirmiş. 1972’den itibaren de Yeni a dergisi olarak yayımında ve kuruluşunda yer almış. Derginin yazarı olmuş. Cumhuriyet gazetesinde, Karacan Yayınları’nda çalışmış. Kitapçılık ve yayıncılık yapmış. Şiir ve sinema alanında kitaplar ve Şiir Sanatı dergisini yayınlamış. Varlık dergisini yönetmiş. TYS’nın ikinci başkanlığını üstlenmiş. Bir derginin ya da yayınevinin adamı olmak ve onların vereceği kavalı çalmak istemediğinden Yordam Yayınevi’ni kurmuş 1989’da ve kitaplarını yayımlamış. İlk şiirleri İkinci Yeni hareketi etkisindedir. Bu hareketin içinde yer aldı. Fakat daha sonra, dünyaya yeni bir bakış ve ona bağlı olarak yeni bir sanat anlayışıyla yazdığı şiirler yankılara neden oldu. Toplumcu gerçekçi sanat anlayışını benimsedi. Halkına, ülkesine ve ülkesinin has evlatlarına duyarsız kalamadı. Sevdaya toplumsal yorum getirdi. Baskıların, zulümlerin insan üzerindeki psikolojik etkilerini sorguladı. Acı çektirilen insanların duygularına, düşüncelerine eğildi. Analara yaşatılanların sesi oldu. Emekten, gerçekten ve yaşanılası bir dünyadan, ülkeden yana kalem tuttu.

O, şiir soluyan bir şairdi, yazardı. Üstelik de çok yönlüydü. En başta şiir, deneme, günlük, çocuk kitapları, gezi, çeviri, antoloji türünde ürünler verdi. Sağlığını düşünmeden yapmak istediklerini ilk şiirini yazmanın coşkusu ve sevdasıyla amatör ruhunu yitirmeden üstelik…

Gül Yordamı, Ölü Bir Yaz, Kavganın Yüreği, Yaşadığımız Günlerin Şiirleri, Sen De Katılmalısın Yaşamı Savunmaya, Geceye Karşı Söylenmiştir, Kimlikleriniz Lütfen, Araya Giren Görüntüler, Sınırlamıyor Beni Sevda, İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle, Bir Adı Gurbet, Oğulları Öldürülen Analar Kemal Özer’in birbirinden güzel kitaplarından yalnızca bir kaçı…

Çünkü şiir başta olmak üzere; öykü, deneme, anı, gezi, günlük, çocuk kitapları, derleme, söyleşi, antoloji, çeviri şiir kitapları dalında 60’a yakın kitabın yaratıcısıydı. On ödül almıştı. Homeros Onur Ödülü (2010) ve Yılın En İyi Çocuk Öyküleri Kitabı (2011) Ödülü de ölümünden sonra verildi.

Onun bir özelliği de mütevazı kişiliğiydi. Göründüğü gibiydi. Başkaları gibi ‘şiirim şu kadar baskı yaptı, bu kadar okura ulaştı, şiirlerim bestelendi, oyunlaştırıldı, en büyük en önemli şairim’ demedi hiç. Kimseden popülist bir yardım ve destek almadı. Almayacak kadar da onurlu ve bilgeydi. Bütün şiirleri iki yüz binin üstünde basılmıştır sanırım. Ülkemizde çok tanınan, okunan, saygı görmüş birkaç şairden biridir.

Biliyorum, bir sanatçının duruşunu, rengini, kimliğini ve yaşamı güzelleştirmeye olan sevdasını ödüller belirlemez ama en azından ödüller o sanatçının iyi şeyler yaptığının da bir kanıtıdır. Ve 1999 Damar Dergisi Edebiyat Emek Ödülü töreninde de şahsen tanışmamıza aracı oldu bu ödül ve ölümüne kadar da bitmedi dostluğumuz.

Kemal Özer, kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle der: “Ben tek tek şiirleri yazarken de, bunların yan yana getirilmesiyle oluşturulmuş kitapları tasarlarken de onları görmeye çalışırım.” Bundan şiiri ve edebiyatı, işçiliği, bir takı ustası edasıyla çok ama çok önemsediğini anladığım Kemal Özer ile 1999’da tanıştım demiştim. Ankara’da Damar’ın Emek Ödülü’nü onunla birlikte aldım çünkü. O,Usta Kalem dalında, ben de Genç Kalem dalında… Edebiyata ve şiiri gönül vermiş insanların tanışmasalar da şahsen tanışık olduklarına inanırım. Çünkü onları tanışık yapan çok şey var: Edebiyatı, şiiri sevmek ve yazdıklarıyla yaşadığını kanıtlayıp kavgaya yazdıklarıyla da tanıklık yapmak, katılmak bunlardan yalnızca birkaçı. Yıllar önce onu Birim Yayınlarından çıkan 1984 mü, 1985 miydi, anımsayamıyorum şimdi ama “Kimlikleriniz Lütfen” adlı şiir kitabıyla tanıdım. Cihanbeyli’nin Yeniceoba kasabasında öğretmendim. Kızılkaya Kitapevi’ne gelen yeni şiir kitaplarından biriydi onunkisi. Dünya görüşünü, elmanın içindeki vitamin gibi şiirlerine yediren Kemal Özer adını ilk kez duymuştum. Kitabın adı da ilginçti. 12 Eylül uygulamalarından olan kimlik kontrolleri yolculuklarda canımızı bezdirmişti. ‘Şair de bunları yaşamış olmalı ki sonunda buna karşı şiirler yazdı’ diye düşündüm ve aldım. Mevsim yaz başıydı, Ceyhan’a gidecektik. İncecik, sarı renkli, 200 kuruşluk bir kitaptı. Bir de Özdemir Asaf’ın “Çiçekleri Yemeyin” isimli şiir kitabını almıştım yanıma. Kasım, (Kızılkaya Kitapevi’nin sahibi.) Tacim, şiirlerde pek öyle düşündüğün gibi şeyler yok ama kontrollerde kitapların isimleri başına bela olabilir, dedi. Yalnızca gülümsedim. Onca yolculuktan sonra sabaha karşı Adana çıkışında jandarma ile birlikte sivil görevliler otobüste kimlik ve bagaj kontrolü yaptı. Sivil bir memur geldi. Öğretmen kimliğimi verdim. Ötekini istedi. Elindeki listeyle karşılaştırdı ve geri verdi kimliğimi. Gideceği sırada ön koltuğun arkasındaki fileli cebe koyduğum kitapları gördü. “Çiçekleri Yemeyin” ile “Kimlikleriniz Lütfen”i eline aldı. Şöyle bir baktı Kemal Özer’in kitabına ve sonra da ötekine. Dişlerini sıktı, kitaplarla gideceği sırada, ona: Sanıyorum elinizdeki listede adları yok memur bey, kitaplarımı verir misiniz, dedim. Döndü. Gözleri çakmak çakmaktı. Yanıma geldi, kulağıma eğildi. Kemal Özer’in şiirleriyle beslenip çocuklarımızı zehirlemeye çalışan bir çiçek de olsa onu yerim ben, dedi. Ter bastı beni, korktum. Eşim koluma yapıştı. Sanki otobüsten indirilip götürülecekmişim gibi. Kaldı ki böyle şeyler de başıma gelmişti birkaç kez. O kitaplardaki şiirleri okuyamamıştım. Özdemir Asaf’ın şiirleri, o güne kadar okuduğum şiirlerden değişik ve ilginç gelmişti bana. Fırsat buldukça okumuştum, Özdemir Asaf’ın şiirlerini. Bu kitabı bulabilmiştim. Kemal Özer’in alınan kitabını bulamamıştım Ceyhan’da. Yıllar sonra edinebilmiştim ancak. Düşündüğüm, beklediğim şiirler yoktu kitapta ama maden çıkarmaya sevdalı bir madenci gibi ilgimi çekmişti… Farklı kimliklerimizi saptamaya çalışan bu şairin özgün şiirlerini buldum bu kitapta ve daha sonra edindiğim şiir kitaplarında da... Böylece yıllar sonra bir “Ozanın Gezi Günlüğünden” ve “Beş Çağdaş Kimlik”ten haberdar olabilmiştim... “Kimlikleriniz Lütfen” diyen, görevini insanları üzerinde baskı aracı olarak kullananları da anlatan şiirleriyle belleğimizde yer etmiş, Behçet Necatigil’in: “İkinci Yeni’nin en çok sözü edilen şairlerinden Kemal Özer’in şiirlerinde, uzak çağrışımların izinde yürümekle çözülebilecek gizli bir bütünlük kaygısı seziliyordu. Şairliği, yeni aşamalarda, toplumsal eylemlere, yurdun ve dünyanın politik-güncel olaylarını şiirleştirmeye yöneldi,” saptamasını yaptığı şairin bir şiiriyle, veda etmek istiyorum...

Çünkü söz sırası şairde şimdi:

Hemen tanıyorum nerede karşılaşsam,
bizim gibi takılıp kalmıyorlar dükkân camlarına
durup da karşılıklı, yolun üstünde
arkadaşlarıyla konuşmuyorlar bizim gibi,
su içmiyorlar kırık bir sokak çeşmesinden
ya da gezgin suculardan bardağı on kuruşa.
Peynir ekmeğin yanına katıp yeşil soğanı
çökmüyorlar duvar gölgesine, ağaç altına.
(ikiye bölünmüştür dünya / “Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya”)