“Kemik, belleğin yaşamaya dair inadıdır”

BURAK ABATAY

Asuman Susam, şiirini bir bellek olarak oluşturmuş bir şair. Şiiri etrafını ve hatta etrafından daha fazlasını gören, duyan, nefes alan bir inceliğe sahip. Asuman Susam’ın aynı zamanda sinemayı bilen yanı, şiirinde belleğin güçlü bir temel üzerinde oluşunun ana sebeplerinden bir tanesi. Geçtiğimiz haftalarda Susam’ın son şiir kitabı Kemik İnadı, bu yıl ilki verilen Ruhi Su Şiir Ödülü’ne sahip olarak büyük bir meyve verdi. Susam ile ödülden sonra bir araya geldik ve şiiri üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

»Şiirinizde sükûnet bence altı çizilesi bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Sükûnet şiirinizde neye karşılık geliyor?
Sükûnet tespitine katılıyorum. Fakat öncelikle söylemem gereken şey şu ki, okur her zaman yazarın niyetini aşan bir yerde durur. O nedenle de benim yazma süreci içerisinde sözcükler ve dünyaya bakışım, onlarla hemhal oluşumuzdaki niyetle senin yakaladığın şey arasında mutlaka farklılıklar olacaktır. Ama ben sükûnet meselesini biraz daha o kaos anına tazeliği biriktirmek, sezgisel olarak güçlendirmek ve bu hakikati bilgelikle yakalayabilmek olarak algılıyorum. Ancak ölümle yakalanabilecek, dokunulabilecek bir yerdir. Hakikatin kendisi ve dünyaya dair anlamlandırma çabamız sükûnet içinden çıkabileceğine inanıyorum. Benim şiirlerdeki eslerim ve o sessizlik arayışım galiba biraz buna karşılık geliyor.

» Dille aranızda güçlü bir bağ var. Bu bağı nasıl kurdunuz, nasıl yarattınız?
Tarihsel olarak baktığımızda aslında özne, kendisini durmadan yeniden kuran bir şey. Dolayısıyla da birden böyle epifanik bir biçimde buldum dil maceramı. Ve dil benim meselem dil olsun diye gittiğim bir yer hiç olmadı. Ama benim kendimi kurma çabalarım süreci içinde tarihsel bir özne olma derdimi, dünya ile derdimi fark ettiğim zaman karşıma çıkan bir enstrümandı dil. Kullanabileceğim bir araçtı. Ama aynı zamanda şiirden baktığım zaman, şair olarak baktığım zaman da benim önümde bir engeldi. Dil, simgeselin içinde fırlatıldığımız yerde, o eril akılla kurulan toplumsallaşmanın bütün normlarını araç olarak birbirimize ilettiğimiz şeyin kendisi değil. Bu bağlamda dil aynı zamanda bir iktidar aracıdır. Bizi biçimlendiren bir araç ama bu durumda sanat ve şiir dediğimiz şey bir paradoks gibi görünecek. Dille uğraşarak bunu gerçekleştiriyoruz ama dili yıkarak dillin verili anlamlarını bozarak, değiştirerek ya da kavramlara yeni anlamlar yükleyerek o sözcükleri yeniden doğuruyoruz. Bu nedenle bir şairin dilden yola çıkmamasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Meselesini dil üzerinden kurmayan şairlere de çok yakın olduğumu söyleyemem. O yüzden dille mücadelem hiç bitmeyecek. Bittiği yerde zaten yazmanın da bir anlamının kalmayacağını düşünüyorum. Ki sadece Kemik İnadı’nda değil, Dil Mağarası’nda başlı başına, adıyla ve bütün şiirleriyle birlikte, kitabı dil, tarih ve belek meselesi üzerine kurduğumu söyleyebilirim.

» Peki kime uzaksınız? Hangi şairlere dil meselesi yüzünden uzaksınız?
Ben şiir yazıp da dile ve şiire hakkını vermeyen, onu örseleyen kendisine şair diyen herkesten uzağım. Ama bunun tam tersi olan tüm şairlere de yakınım.


» Kitabın adı Kemik İnadı. ‘Kemik İnadı’ndan neyi anlamalıyız? Nasıl çıktı bu isim?
Aslında kitap daha oluşmadan ve kitabın şiirleri tamamlanmadan kesin kararımı vermiştim. Patricio Guzman’ın “Nostalgia de la luz” belgeselini izledikten sonra oldu. Geçtiğimiz haftalarda da Cumartesi Anneleri’nin 600. haftasıydı. Guzman’ın bu belgeselinde de kayıplarını arayan anneler vardır bir çölde. Çölde o kayıpların kemiklerini saklanmıştı ve anneler parça parça buldukları, kimisi oğlunun, kimisi torununun, kimisi eşinin, kemiklerin tümünü, inatla devletten talep ediyorlardı. Ve çölde kayıplarını aramaktan vazgeçmeyen annelerdi. İnsan bedeninden kemik kaybolmuyor. Dolayısıyla da yeryüzünün hafızasının saklandığı yer kemik. Dille olduğu kadar bellekle de çok ciddi dertleri olan biriyim. Dolayısıyla kemik, hem dünyada kalmak için hem de dünyada var olduğumuzu ispatlamak ve de dünyadan yana olduğumuzu hayattan yana olduğumuzu bir biçimiyle haykırmanın en pagan, en doğal hali. Anlamı böyle ilkel ve pagan bir yerden kurduk. Kemik, bellekle beraber hayata inat etmek anlamı taşıyor benim için.

» Şiirinizde denk geldiğim bir diğer duygu ise umut. Bunda da bir inat görüyorum ve bu açıklamadan sonra zaten bağdaştı. Kemik inadı umudun da inadı değil mi?
O kadar karanlık zamanlardayız ki... Yaşıyorsak ve yaşamakta inat ediyorsak, ki bu bütün canlılarda var olan bir davranıştır. Bu ışıkla gerçekleşir. Bütün canlılar hayata tutunmak isterler, hayata da yüzlerini ışığa dönerek tutunmak isterler. Işık yaşamın bu anlamda kaynağı ve dolayısıyla bizi karanlıktan çeken, öbür taraftan çeken, ölümden çeken bu tarafa hayatın tarafına fırlatan bir şey. İster bir bitkiye bakın ister bir hayvana bakın. Veyahut dilerseniz de soyutlamalar üzerinden insana bakın. Devam ediyorsak, devam ediyor oluşumuzun tek bir gerekçesi olabilir. İçimizde tuttuğumuz gizli bir yerde sakladığımız, muhafaza ettiğimiz belki de kalbin magması diyebileceğimiz yerdeki umut. Dolayısıyla en karanlık yerde de kendiliğinden şiire sızan bir umut olduğunu ben de kabul ediyorum.

» Şiirinizde umudun politik de bir adı var. Şiiriniz sokağın içinde bir yerlerde. Bu bir aradalığı nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Hiçbir şey hiçbirimize yabancı değil. Her insana çarpan olumsuz etkiler bir şair olarak bana da çarpıyor. Bunlara gözümü kapatarak yaşamam bir insan olarak nasıl mümkün olabilir ki? Daha önceki söyleşilerimde de hep vurguladığım bir şey var: şiirle ya da sanatla politika yapılabileceğine kesinlikle inanmıyorum. Ve politikada da sanatı hiçbir biçimde görmüyorum. Fakat bir özne olarak ben, bir kadın olarak ben, elbette ki politik bir varlığım. Aynı zamanda ve bu sistem içerisinde herkesi sıkıştıran şey beni de sıkıştırıyor, benim de canımı acıtıyor. Kimilerine tanıklık ediyorum, kimilerinin nesnesi oluyorum. Dolayısıyla bütün buralardan hayatın beni sıkıştırdığı yerlerde bazen çığlığım, bazen suskunluğum, bazen şarkım olarak çıkıyor şiir. Eğer bir sokağa dönük, sokağa ait bir tarafı varsa kendiliğinden olan bir şeydir bu. Düşünülerek, tasarlanılarak kurulan, olması gerektiği için olan değil. Ne yaşamışsam, neye maruz kalmışsam onların bir dışa vurum alanı benim için. Ama elbette ki şiir, estetiğin alanından kendini inşa eden bir şey.

» Nelere maruz kalıyorsunuz?
Sen nelere maruz kalıyorsan ben de aynı şeylere maruz kalıyorum. Örneğin bugün arkadaşlarımızın yazdıkları metinler nedeniyle ya da barış konusunda ısrarcı olmaları nedeniyle özgürlüklerinin kısıtlanması benim canımı yakan bir şey. Ve kadın cinayetleri... Cinayetin ya da şiddetin illa ki nesnesi olmak gerekmiyor. Birimize, gözümüzün önünde uygulanan şiddet hepimizin maruz kaldığı bir şey. Bütün şiddet unsurları yaşamı özgürce yaşamamız konusunda hepimizi manipüle etmeye çalışıyor. Bu sebeple sokaktaki insan, sokaktaki kadın, yazan kadın neye maruz kalıyorsa bunların hepsi bana da dokunuyor, benim üzerimden de geçiyor. Dolayısıyla da bütün bunlarla mücadele etme etkisi ve duygusu da kendiliğinden yazan biri olarak bende de oluşuyor.