Sarayın ünlü sporcu kontenjanından Meclis’e yolladığı vekillerden biri, tek bir hareketiyle parlamentonun yeni rejimdeki halini bir filin zücaciye dükkânına dalması misali kırıp dökerek ve bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Önce Meclis’teki odasından sonradan birinin teyzesinin oğlu olduğunu öğrendiğimiz iki danışmanının hazır ol duruşundaki fotoğrafını masanın üzerine uzattığı ayakları da onlara eşlik edecek şekilde “emir erlerim” diyerek […]

Sarayın ünlü sporcu kontenjanından Meclis’e yolladığı vekillerden biri, tek bir hareketiyle parlamentonun yeni rejimdeki halini bir filin zücaciye dükkânına dalması misali kırıp dökerek ve bütün çıplaklığıyla ortaya koydu.

Önce Meclis’teki odasından sonradan birinin teyzesinin oğlu olduğunu öğrendiğimiz iki danışmanının hazır ol duruşundaki fotoğrafını masanın üzerine uzattığı ayakları da onlara eşlik edecek şekilde “emir erlerim” diyerek paylaştı. Sonra “espri yaptım” diyerek zevahiri kurtarmaya çalıştı ama olmadı, çünkü ortada gülünecek bir şey yoktu.

Tepkiler dinmeyince bu sefer danışmanları kendilerini vekillerine siper etmeye çalıştılar ama dükkândaki fillerin sayısının artmasından ve ortalığın daha da karışmasından başka bir işe yaramadı bu.

Çünkü danışman, “Kenan abilerinin” kendilerine ne kadar iyi baktığını ve her türlü ihtiyaçlarıyla ilgilendiğini anlatırken, “Kenan abimiz başka vekiller gibi danışmanların maaşına çökmüyor” minvalinde bir şeyler söyledi ve aslında Meclis’te “herkesin bildiği o sır” birden ifşa oluverdi, kamuoyu “kim o vekiller” diye sormaya başladı.

Kenan abisinin teyzesinin oğlu, danışmanı ve emir eri olmanın bir işe yaramadığının anlaşıldığı an o an oldu, herkesin bildiği sırrın ifşası danışmanın kellesinin alınmasına yetti. Kenan abisi ise en son Ahmet Hakan’a “Ne yapsam, ne desem yeni bir tartışma doğuyor. Partime zarar vermek istemiyorum. Kilitlenmiş durumdayım” diyerek kurtlar sofrasında düştüğü durumu anlatıyordu.

Saray’dan talimatla vekil yapılma, siyasetin ne olduğuna dair en ufak bir fikre sahip olmama, teyze oğlunu danışman olarak işe alma, lümpenliğini tek bir fotoğrafla ortaya koyma, danışmanların maaşına çöken vekiller, bütçe yapamayan, gensoru önergesi verilemeyen, bütünüyle yürütmenin kontrolüne geçmiş ve herhangi bir fonksiyonu kalmamış yasama…

Dolayısıyla mesele tek başına Sofuoğlu meselesi değil, çünkü yeni rejimde parlamento en fazla bu olabilir. Parlamento bu rejimde sadece “hâlâ muhalefet var, hâlâ muhalefet yapılabiliyor” yanılgısına hizmet edebilir ve tam tersinden orada muhalefet yapmak da ülkede hala bir parlamento bulunduğu yanılgısına…

Bakın, daha birkaç gün önce iktidar partisi belediye başkanlarını açıkladı, anayasanın 94. Maddesi’nde “TBMM Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasi partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar” şeklinde açık hüküm bulunduğu halde Meclis başkanı istifasını sunmamış bir şekilde o toplantıya katıldı, “Reis” tarafından İstanbul belediye başkanı adayı ilan edildi ve mutluluk gözyaşı döktü.

Peki bu duruma, bu açık anayasa ihlaline tam seçim takviminin resmi olarak işlemeye başladığı şu günlerde YSK bir şey diyecek midir, diyebilecek midir?

Hiç sanmıyorum, çünkü bizzat YSK üyelerinin şu anki durumu anayasaya aykırılık teşkil ediyor; çünkü anayasanın 67. Maddesine 2001 yılında eklenen “seçim yasalarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanamayacağı” hükmüne rağmen, YSK üyelerinin görev süreleri seçime üç ay kalmışken uzatılmış durumda.

Velhasıl mesele bir kişi değil, rejim böyle işliyor, “anayasasızlaştırma” ve “parlamentosuzlaştırma”, anayasayı askıya alma ve Meclis’i fiilen tasfiye etme, bu rejimin en önemli iki özelliğini teşkil ediyor. Muhalefetin bunlar hiç yokmuş gibi yaptığı, her şey normalmiş gibi gidilen seçimlerden nasıl bir sonuç çıkacağını ise iktidar da muhalefet de biliyor.