31 Mart’tan bu yana geçen zaman, AKP iktidarında geri dönüşü mümkün olmayan kalıcı hasarlara yol açtı. Bu süre öncelikle Türkiye halklarının demokrasiyi içselleştirmiş olduğunu ve zorbalık ile mağduriyet arasındaki farkı net olarak tanımlayabildiğini gösterdi. Umut verici. AKP, Saray, Bahçeli ortaklığı açıkça seçimi tanımadı, sandık sonuçlarını kabul etmedi, demokrasinin gereğini yerine getirmedi. Hukuku hiçe saydılar, çarpık […]

31 Mart’tan bu yana geçen zaman, AKP iktidarında geri dönüşü mümkün olmayan kalıcı hasarlara yol açtı. Bu süre öncelikle Türkiye halklarının demokrasiyi içselleştirmiş olduğunu ve zorbalık ile mağduriyet arasındaki farkı net olarak tanımlayabildiğini gösterdi. Umut verici.

AKP, Saray, Bahçeli ortaklığı açıkça seçimi tanımadı, sandık sonuçlarını kabul etmedi, demokrasinin gereğini yerine getirmedi. Hukuku hiçe saydılar, çarpık siyasal anlayış ve siyasi kararlarla seçim neticesine müdahale ettiler.

Şimdi bu etkinin, daha da büyük tepkilere dönüştüğü görülüyor. Oysa demokrasi alanına çekilmek, sonucu kabullenmek, siyasi iktidarı bu denli açmaza sokmayacak, pespaye duruma düşürmeyecekti.

Geldiğimiz yerde, totaliter rejimi, faşizmi bile eline yüzüne bulaştırmış, alay mevzu olmuş, debelendikçe balçıkta dibe batan bir iktidarın varlığına tanık oluyoruz. Rıza üretemeyen, halktan uzaklaşan, tabanını yitirmekte olan Saray rejimi çıkmazda.

Kutuplaştırma siyasetinin Türkiye’yi haddinden fazla yorup miadını doldurduğunu, ayrıştırmanın işe yaramadığını, sanal düşmanlar yaratıp onlarla savaşmanın uzun zamandır bir karşılığı olmadığını görecek akıl ve gözden bile azade hale geldiler.

Trabzon’a Pontus, AKP’den yüz çevirmiş İstanbul seçmenine Bizanslı derken, basiretsiz, ‘ne iş olsa yaparımcı’ adaylarına Diyarbakır’da Kürdistan ve ‘PEKEKE’ dedirttiler. Sadece riyakârlığın, yalancılığın, arsızlığın değil, şaşkınlığın da tezahürüdür bu.

Seçilmiş İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz gezisi, AKP’nin, tarihindeki en zor zamanlardan geçtiğini gösteriyor. Elbette bu noktaya ‘dün’ gelinmedi. Biriken kirin, lekenin, şaibenin yarattığı tortu ve ona karşı ortaya çıkan enerjiydi.

İnsan yaşamından çevreye, sosyal alandan kamu kaynaklarına her şeyi talan ettiler. Yolsuzlukların, Soma’nın, özgürlüklere müdahalenin, “Kadın mıdır, kız mıdır” sözlerinin, “Ananı da al git” ifadelerinin karşılığıdır bu tepki.

“Yıkımların, Kürtlere küstahça sorulan; “Neyiniz eksik?” sorusunun, barışa karşı IŞİD bombalarının, kıyıma uğrayan KHK’lının, kaynamayan çorba tenceresine paralel ejder meyveli smoothie bardağının yarattığı öfkedir.

İmamoğlu’nun VİP girişini, mitinglerini, bayramlaşmasını engellemeye çalışıyorlar. Esas meseleyi anlamaktan yoksunlar. Aslında bir lider yaratmadılar, kendi hikâyelerini bitirdiler. Bunun ne yanlış reklam stratejileriyle, ne AKP’nin halkla ilişkilercisi Erol Olçok’nın yokluğuyla alakası var.

Ekrem İmamoğlu’nun yüzünü görmeye tahammülleri yok. Anlamıyorlar, oysa biten hikâyenin jeneriğine baksalar görecekler. O yüz Metin Lokumcu’dur, dövülerek öldürülen Ali İsmail’dir, Cizre yıkılırken buzdolabında cansız bedeni bekletilen Cemile’dir.

Jenerikteki, “Çocuklar ölmesin” dedi diye tutuklanan Ayşe öğretmen, kaymaklı ihale veren ama iş vermeyen Antep, Şahinbey Belediyesi’nde kendini yakan Eyüp Dal’dır. Kızının şüpheli ölümünü araştırdığı için için akıl hastanesine kapatılmak istenen Şaban Vatan’dır. Akan Gezi, Tekel ruhudur.

Bin yıllık kurnaz devlet aklı geleneği vardı, AKP onu bile yitirdi, nedenini başka yerde arıyor. Nasıl mı? 80 öncesi solun kalesi olan Karadeniz, 90’larda değişti. Doğudaki savaşa ağırlıklı olarak Karadeniz gençleri yollandı. Türk bayrağına sarılı tabutlar geldikçe, milliyetçilik yükseldi.

Pontuslu, Rum derken… Yıllar sonra Karadeniz, bir kez daha Terzi Fikri’lerin, Kazım Koyuncu’ların ruhunu yakaladı. AKP, bundan 2 ay önce sadece İstanbul Belediyesi’ni kaybetmişti. Onlar ‘üst akıl’, ‘büyük oyun’ diyorlar. Bizde özet daha basit: Allah akıl fikir versin, kendi düşen ağlamaz.