Tenet, zaman kavramını çekiştirerek, beyinleri yakmayı deneyedursun, Recep İvedik’e tav olan genel izleyicinin, benim karnım tok kardeşim demeyeceği ne malum, hal böyleyken Tenet, cankurtaran filan olamayabilir, memleketimin dahilinde.

Kendi düşen ağlamaz!

Alper Turgut

Sinemacılarımızın, sinemaseverleri yolunacak kaz olarak gördüğü canım memleketimizde, resmen cankurtaran niyetine, bir yabancı filmden medet ummak, ona sıkıca sarılmak, başlı başına acıklı bir öyküydü, anlayana. Aylar sonra kendimizi sinema salonunda bulmamıza vesile olan “Tenet”, hayli büyük ve ziyadesiyle yüksek beklentimizi karşılamasa dahi, salgın yüzünden endişeyle yaşamaya alışmaya çabalayan insanları, cazibesiyle kapalı alana sokabildi, hakkını teslim edelim. Dahi sinemacı Christopher Nolan imzalı film, dünyanın sonunu getirmek isteyen insanlara, onu her koşulda korumaya çalışanlara ve lanet zamana dair bir seyirlik, kafa karıştırıcı ama akılda kalıcı değil!

Akıl Defteri’ni (Memento) yanlış hatırlamıyorsam, 2001 senesinde sinemada seyretmiştim. Aslında film, milenyum işiydi, lakin o vakitler, yapımların ülkemize gelişi sarkardı, gecikmeye uğrardı, bir yıl sonra izleyebilmiştim, özetle. Dün gibi aklımda, ilk tepkim şaşkınlıktı, iyi bir film izlemenin keyfi ise bambaşkaydı, böylelikle Nolan ile tanışmış oldum, birçok film tutkunu gibi ve seve seve, bile isteye sinema yolculuğuna eşlik etmeye karar verdim. Sinema gerçekten bir büyü işidir, dilin, anlatım şeklinin, ifade edişin, resmedişin özgün ve karakteristik hali, bu sihrin etkileyiciliğini katlayacaktır, emin olabilirsiniz. Batman filmleri (Batman Başlıyor, Kara Şövalye, Kara Şövalye Yükseliyor), “Prestij”, “Başlangıç”, “Yıldızlararası”, ezberimizi bozan, sinema tarihine sağlam bir çivi gibi çakılan projelerdi, hızlandığı besbelliydi, ilk uzun metraj kurmacası “Takip”, başlangıç seviyesi projelerinden “Uykusuz” ile neden çektiğini hâlâ kavrayamadığım savaş filmi “Dunkirk” (Kötü yapıt diyemeyiz elbette, ancak ondan umduğumuz tarz bu değildi) ise yavaşlama haliydi, mola yeri gibiydi.

Pandemi öncesine yetişseydi şayet, dopdolu bir salonda, neredeyse dirsek dirseğe, reklamları izleyip şişerek, içecek ve yiyecek niye bu denli pahalı diyerek ve sinema biletinin yüksek fiyatına söverek, Tenet’i seyredecektik. Sinemaseverlerin ortak duygusu, kazıklanma hissinin yarattığı öfke idi, çoğu zaman, kafalarına göre takılanlara, halden anlamayanlara, paradan başka bir derdi olmayanlara karşı, izleyici, iyi sabretti, gerçekten mücadele etti, bilesiniz.

Virüs denen illet, bizi harbiden kemirdi, dengemizi, hevesimizi, istencimizi yerle bir etti, insanın hırslarını, maddi tutkularını, sadece kendini düşünmesini, gözler önüne serdi. Mabet gibiydi kimilerimiz için sinema salonları, hep beraber ağladığımız, güldüğümüz, üzüldüğümüz, sevindiğimiz, ürktüğümüz, üzerine uzunca düşündüğümüz, kutsal bir yapıya benzer idi. Aileyken de sevgiliyken de yalnızken de oraya koştuk, zevklerimiz dönüştü ve gelişti belki, türlere bakışımız değişti, sevmediklerimizi sever olduk, beğendiklerimize de burun kıvırır hale geldik, hayat gibi bir şeydi ve biz büyüdük gide gele, serpile serpile.

Evet, dile kolay, inanması olay, aylarca kapalı kaldılar sinemalar, beyazperdeyle bir daha buluşacak mıyız, diye sualler sorduk kendimize ve birbirimize, öyle bir moral bozukluğu, işte her neyse. Sonra hepsi değilse de peyderpey açılır oldu salonlar, elde gösterilecek bir şey olmasa da klasikleri ve kült işleri de yamayarak perdeye, devamında hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını bilerek ve hissederek, yan yana oturmak yoktu artık, maskesiz olmak da.

Aaa “Elf gözlerin neler görüyor Legolas?”, filmin yanında içecek ve yiyecek mi hediye ediyor sinema tekeli, yeter ki sinemaya gel, teşvik ederim seni, rüşvet bile veririm mi diyor yani? Vay, vay, vay! Sinema bileti de yarı yarıya indirildi mi, aşağı yukarı, aman da aman, neredeymişler bunca zaman? Gerçekten film çevirmiş, film yapımcıları, sinema salonu sahipleri, bizleri de figüran etmişler, saçma sapan işlerine, ha unutmadan, öğrencinin yıllarca can simidine dönüşen indirimleri kaldırmış, fakirin fukaranın iple çektiği halk günlerini hokus pokus ile iç etmiştiniz değil mi? Kendim ettim, kendim buldum, cuk otuyor, cuk!

Tenet, zaman kavramını çekiştirerek, beyinleri yakmayı deneyedursun, Recep İvedik’e tav olan genel izleyicinin, benim karnım tok kardeşim demeyeceği ne malum, hal böyleyken Tenet, cankurtaran filan olamayabilir, memleketimin dahilinde. Bu ne yahu, diye söylenebilirler, yeni başlayan bir yaz dizisi vardı, karpuzu keseyim, çayı demleyeyim, onun karşısında çörekleneyim en iyisi de diyebilirler. Aynı adlı çizgi filmden (1998) devşirme Mulan geliyor, yine çok beklenen projelerden biri olarak, cayır cayır aksiyon da vaad ediyor ha, ahir zamanın pek meşhur karatecilerini toplamışlar bünyeye, öyle akacaklar peliküle. Hımmm sadece bir sorun mevcut, belirtelim. Öykünün kökeni bin dört yüz senelik bir Çin efsanesine dayanıyor, savaşçı babasının yerine erkek kılığında orduya katılan genç bir kızın serüveni bu, Hun devletine karşı, elbette.

Malum iktidarın, çokça Osmanlı, biraz da Selçuklu sevgisi malumunuz, Hunlar meselesine çok da sıcak değiller hani, atalarımız derken neredeyse adlarını anmayacaklar, ceddimiz idi onlar diyemeyecekler. Çok ayıp zaten ataların yaptığı, Müslüman olmamaları affedilemez, haaaa, o tarihlerde İslamiyet yok muydu, olsun, yine de suçlu sayılırlar, akıl işi değil zaten, çoğu şey, fazlaca yormayın zihninizi, değmez.

Bu büyük kurtarıcı Tenet beklentisi, tüm dünyayı saran bir çılgınlık, bize ait değil hani, hatta dünyanın en büyük film yapım ve televizyon yayın şirketlerinden biri olan Warner Bros, seyirci sayısını ve hasılatı hemen açıklamayacağını duyurdu, bunaldı elemanlar, beceriksizler damgasını yemekte var, menüde, gayet farkındalar. Zor işler, zor!

Sonbaharda bu gidişle, tekrar evlere kapanacak, salgının ikinci dalgasına dayanmaya çalışacağız gibi görünüyor, umarım yanılırız, kurtulmayı tez başarırız. Bu sorumsuzlukla, rahatlıkla ve salmakla, özgürlüklere ulaşmak çok meşakkatli olsa da. Yine de gelecek hafta, Ankara Uluslararası Film Festivali’ne kavuşacak olmak, güzel hissettiriyor, çevrimiçi değil, böyle kanlı ve canlı, sanal değil, gayet insani. Festival ve film, şu yalan dünyada, olabilecek en iyi ikili, belki de.