Sürekli yazıp çizdiğimiz o meşhur MESAM Genel Kurul Toplantısı yapıldı. Uzun süredir, severiz sevmeyiz -ben sevmiyorum- gayet planlı programlı bir çalışma yürüten ve AKP’ye yakınlığı ile bilinen Recep Ergül başkanlığındaki ekip yönetimi kazandı.

Karşılarında ise “bölünmüş sol” vardı. Son dakikaya kadar divan kurulu adaylarını bile belirleyemediler maalesef. Divanı kaybettiklerinde seçimi de kaybettiklerine ikna olmuşlardı bile. Bunun yanında Recep Ergül ve ekibi toplantıya katılamayanlarla ilgili gayet başarılı bir çalışma yürüterek onların vekâlet vererek oy kullanmalarını sağladı. Çok sayıda vekâlet topladılar. Ancak karşı taraf bu konuda da yetersiz kaldı, topladıkları vekâletname sayısı oldukça azdı. Kaybettiler. Bize de yeni yönetime başarılar dilemek düşer. “Bizimkilere” ise kırgın ve kızgınım. Çoğu, çok sevdiğim büyüklerimdir. Umarım bu eleştirim onları üzmez. Ya da umarım üzer. Zira rahmetli babam Yusuf Dağüstün’ün dediği gibi: “Kendi düşen ağlar!”

Türkiye siyaset gündeminde ‘seçim’ konusu hiç bitmez. Her gün ‘seçim’ sözcüğünün telaffuz edildiği şu dönemde ülke solunun MESAM’daki seçimi çok iyi okuması ve analiz etmesi elzemdir. Ne alakası var demeyin. İncelendiğinde görülecektir ki MESAM seçimi mikro bazda da olsa örnek alınacak bir seçimdir. Sol, ya bu seçimi güzel okur ve aklını başına devşirir, ya da divandan başlayarak, koltuk, kanepe, somya ne varsa kaybeder.

***

Uzun zaman evde oturduktan sonra ilk konserimi yapmak üzere havalimanına doğru yola çıkıyorum. Nizamiyede arabayı çeviriyorlar. Araçtaki herkesten kimlik alıp ‘GBT’ yapıyorlar. Aa bir bakmışım gözaltındayım. Hakkımda yakalama kararı varmış! “Suçlama nedir” diye soruyorum, “Hakaret” diyor polis memuru. “Kime etmişim” diyorum, “Onu biz göremiyoruz” diyor, “Savcılıkta öğrenirsiniz.”

Akşam konserimin olduğunu, Bodrum’a iner inmez gidip ifade verebileceğimi söylüyorum. Kabul etmiyorlar çünkü orada yakalanmışım sonuçta, bırakamazlar. İstanbul Havalimanı’nda savcı var ama benim bulunduğum Sabiha Gökçen Havalimanı’nda yok. Kartal Adliyesi’ne götürülmem lazım. Savcıyı arayalım soralım, ifademi siz alın diyorum; o da olmaz. Aklımda akşamki konser var. Yetişmem lazım. Önümüzdeki üç, dört uçuşa daha yer ayırtıyorum. Her şey o kadar yavaş işliyor ki! Sonra bir twit atıyorum, ortalık biraz karışıyor, bazı dostlar ricacı oluyorlar da savcı “Hemen getirin” diyor, iş biraz hızlanıyor. Yanımda iki kaçakçılıktan, bir de adam yaralamadan yakalanmış kader arkadaşlarımla ekip arabasına alınıp Kartal Adliyesi’ne gidiyoruz.

***

Savcı Bey ilgileniyor sağ olsun. Opera sanatçısı olduğumu öğrenmiş, “Ben bir tek Hakan Aysev ile İbrahim Tatlıses’i biliyorum operacı olarak” diyor. Biraz laflıyoruz. Sıcak, yardımcı olmaya çalışan bir adam.

“Böyle bir şeyden dolayı adam yakalamak da, ne bileyim” diye soruyorum. Sistemde adresimin kayıtlı olmadığını söylüyorlar. Olacak şey değil. Bu nasıl olmuş gerçekten anlamıyorum. Bir telefon edilse gidip ifade vereceğim oysa ki.

Şikâyetçi kişinin Pelikancı bir troll olduğunu görüyorum. Bu tip adamlardan bir kaç tane var. Sosyal medyadan ona buna dava açıp topladıkları tazminatlarla geçiniyorlar. İfademi veriyorum. Tekrar havalimanının yolunu tutuyorum. Ekip arabası servisi tek yön olduğu için uzun süre taksi bekleyip son anda uçağıma yetişiyorum. Akşam da çok güzel bir konser veriyoruz Burçin Büke ile beraber.

O süreçte arayan, soran, destek olan herkese çok teşekkür ederim. İsimleri yazmıyorum; bir kişiyi unutsam ayıp olur.

***

23 Haziran’da, yani doğum günümde bir kampanya başlattım. Bir ay boyunca Türkiye Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı hesaplarına, açıklamaya “Güvenç Dağüstün” yazarak yaptığınız bağışlarla çok güzel bir şeye vesile olabilirsiniz. 23 Temmuz’da kampanya bitiyor. Toplanan paranın yüzde yirmisi vakfın çocuklarına aktarılacak. Geriye kalan yüzde sekseni ise pandemiden yara almış ihtiyaç sahibi müzisyenlere destek olarak dağıtılacak. Bu konuya ilginizi bekliyorum. En azından paylaşarak destek olabilirsiniz. Kampanyamız ile ilgili geniş açıklamalar sosyal medya hesaplarımda mevcut.