Sağ cenahta “mahalle kavgası” devam ediyor. Yesinler birbirlerini diyebilirsiniz elbette. Ancak bu patırtı gürültünün tarafları, hedefleri önümüzdeki günleri anlamak için önemli. İade-i itibarı gündemde olan Davutoğlu’na yakın yazarlar Erdoğan eleştirilerini arttırdı. Zafer Çağlayan vakasından tutun da Cumhuriyet davası ve OHAL’in uzatılmasına kadar masada birçok mesele var. Baştan belirtelim bugün yandaş olup da Cumhuriyet, Sözcü ve Büyükada davalarında “bu tutuklamalar FETÖ’nün işine geliyor” “uyarısı” yapanların ne Ahmet Şık, Kadri Gürsel, Akın Atalay umurlarında ne de insan hakları aktivistleri. Sadece gidişatın iktidarın altını oyduğunu gördükleri için tedirginler. Zira hala pastanın büyükçe bir parçasını yemekle meşguller. Yarım ağız itiraz ederek geçmiş günahlarının üstünü örtmeye, sistemin devamına hizmet etmeye çalışıyorlar ama nafile. Böyle giderse Erdoğan sonrası dönemi göremeden tasfiye sırası onlara da gelecek! “Çağlayan’ın yükünü taşımayalım” çatlak sesi ise yolsuzlukların kapatılmasına bir tepkiden çok “ayakbağından kurtulma” arzusunun bir yansıması. Ancak konunun iktidar tarafından “milli mesele” haline getirilmesi gösteriyor ki Erdoğan’ın taviz vermeye şimdilik niyeti yok.

MHP’nin son kozları
Hem AKP Genel Başkanı hem de MHP yönetimi kendi aralarında anlaşarak Akşener ve müstakbel partisi hakkında konuşmamaya karar vermişti. Yeni oluşumu yok sayacaklar, önce sağ tabanda ‘heyecan’ yaratıp yaratmadığını ölçecekler sonra neticeye göre tutum takınacaklardı. Fakat MHP teşkilatlarındaki toplu istifaların artması işin rengini değiştirdi. Bahçeli’nin Erdoğan ile baraj pazarlığına başladığı iddiası ortadayken bir de Akşener’li ilk anketler ortaya çıktı. Bu erken tahminlere göre MHP büyük bir düşüş yaşayarak oylarının büyük bir bölümünü Akşener’e kaptırıyor. Bahçeli referanduma evet diyen yüzde üç-dörtlük kitlesini zar zor muhafaza edebiliyor. Hal böyle olunca MHP görmezden gelme oyunundan çark etti. Genel başkan yardımcısının ağzından Akşener ve ekibini kripto FETÖ’cülerin güdümünde bir hareket olarak yaftaladı. Akşener ekibini, milliyetçi ve muhafazakâr olmamakla itham edemediğinden “siyasi artık”, “CHP yancılığı” gibi kerameti kendinden menkul suçlamalarda bulundu. MHP yönetimi, şimdilik bir taşla iki kuş vurmak derdinde. Bir yandan “Akşener tehlikesine” karşı AKP’den ilave tavizler koparmayı (örneğin MİT’e yerleşmeyi), diğer yandan da CHP’yi, FETÖ ve Akşener üzerinden vurarak Erdoğan’a yaranmayı amaçlıyor.

Uyum adına tuzak
Önümüzdeki günlerde AKP de “yok sayma” taktiğinden vazgeçmek durumunda kalacak. Çünkü Akşener sadece MHP tabanından değil AKP’den de oy alması kuvvetle muhtemel bir isim. İktidar, “kripto FETÖ” kartını kullanacağı gibi hukuki düzlemde başka manevralar da yapabilir. Uyum yasalarını sonbahara bırakmaları boşuna değil. Yeni düzenlemeler hem CHP’yi hem de Akşener’in yeni partisini zora sokacak tuzaklarla dolu olacak. Bu tuzakların yaz boyunca sıkı bir çalışma neticesinde hazırlandığını düşünmek için yeteri kadar nedenimiz var. Tıpkı Erdoğan’ın seçimleri 2019’a bırakmayacağına dair kanaatimiz gibi…

İdeolojik lokomotif
Akşener’in siyasi arenaya iddialı girmesi CHP’yi de doğrudan etkileyecek. Çünkü Akşener’in siyasi sermayesi ve vizyonu, Türkiye’nin sağcılaşma pratiğini “kontrollü” ve meşru kılmak üzerine kurulu. İktidarın İslamcı ajandası nedeniyle laik sağ tabandan devşiremediği rızayı Akşener devşirebilir. Merkez sağ siyasete açılarak büyüme stratejisi güden CHP yönetimi, böyle bir durumda bırakın çeperdeki oyları, kendi tabanı üzerindeki gücünü de kaybedecektir. Yani sağcılaşma dalgasına uyum sağlamanın bedelini küçülerek ödeyecektir. Sağcılaşma, CHP’ye yapılan operasyonlara set çekecek bir kalkan olmadığını defalarca gösterdi. Kılıçdaroğlu’nun avukatına kadar çember daraldı. Sezgin Tanrıkulu gibi partinin en aktif isimlerinden biri devletin zirvesinden “arka koltuktakine” kadar alenen tehdit ediliyor. Eğer siz bu saldırılara yalnızca kınama düzeyinde karşı çıkarsanız daha çok üzerinize gelirler. Kendi vekilini koruyamayan bir parti görünümünden mahallesini, okulunu, geleceğini korumak isteyenlere umut çıkar mı?

Tüm bu nedenlerle siyasi basiret diri, mücadeleci unsurların ve solun tahkim edilmesini gerekli kılar. SHP, DSP örnekleri bir daha yaşansın istenmiyorsa ilerici güçlerin CHP’de çeşitlilik vesilesi değil ideolojik lokomotif olarak görülmesi elzemdir. Yok CHP yönetimi sağ rüzgarlarla flört etmeyi sürdürecekse ki öyle görünüyor, Gezi’den Adalet yürüyüşüne toplumsal muhalefetin dinamik unsurları kendi seçim stratejilerini şimdiden belirlemek ve olgunlaştırmak durumundadır. 16 Nisan sonuçlarının şaibeli olduğu gerçeği, bizleri seçeneksizliğe ya da pasifizme sürüklememeli; CHP ve HDP’den ortak aday bekleme hayaline de kapılmamalıdır. Hiçbir ilerici siyasi öznenin kendini seçeneksiz hisseden kitlelere “ben oynamıyorum” deme lüksü yoktur.