Her sene Maraş Katliamı yıldönümünde hatırlanan ilk şeyin bir film olması ne kadar acı! 19 Aralık 1978 günü Çiçek Sineması’nda Güneş Ne Zaman Doğacak? adlı bir ideolojik nefret filmi gösteriliyordu. Sovyetler Birliği’nin “Allahsızlığı Yayma Enstitüsü” gibi daha önce duyulmamış tuhaf kurumlar yoluyla Orta Asya’daki Müslüman Türklere uyguladığı zulmü anlatan bu inanılmaz filmin 21:00 seansı sırasında, […]

Her sene Maraş Katliamı yıldönümünde hatırlanan ilk şeyin bir film olması ne kadar acı!

19 Aralık 1978 günü Çiçek Sineması’nda Güneş Ne Zaman Doğacak? adlı bir ideolojik nefret filmi gösteriliyordu. Sovyetler Birliği’nin “Allahsızlığı Yayma Enstitüsü” gibi daha önce duyulmamış tuhaf kurumlar yoluyla Orta Asya’daki Müslüman Türklere uyguladığı zulmü anlatan bu inanılmaz filmin 21:00 seansı sırasında, Ülkücü Gençlik Derneği Kahramanmaraş Şubesi tarafından görevlendirilen Ökkeş Kenger (Şendiller) adlı militan sinemaya bomba attı. Sonrası, “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın” ve “Müslüman Türkiye” sloganlarıyla sokağa dökülen katillerin Alevi mahallelerine saldırarak bir hafta boyunca Maraş’ı kana bulamasıyla gelişen korkunç bir hikâye…

Güneş Ne Zaman Doğacak? adlı film, AKP’nin de temellerinin atıldığı MTTB’nin (Milli Türk Talebe Birliği) Sinema Kulübü üyeleri tarafından yapılmıştı. Maraş Katliamı’nın 40. yıldönümünde bu filmi hatırlatan başka bir şey oldu; ‘70’li yıllarda MTTB Tiyatro Kulübü’nde Yahudi ve komünistlerin ne korkunç düşmanlar olduğunu anlatan piyeslerde oynamış, başbakanlık yıllarından başlayarak seçim meydanlarında ana muhalefet partisi başkanını “Biliyorsunuz, kendisi Alevi’dir.” diyerek yuhalatmış, politik varoluşunu toplumsal kutuplaşma üzerine kurmuş bir ‘reyiz’, Necip Fazıl Ödülleri töreninde şöyle bir konuşma yaptı: “Türkiye’nin düşünce ve yazı hayatı çok uzun yıllar, her türlü keyfiliğin, her türlü bağnazlığın sergilendiği bir alan olmuştur. Eserin özgünlüğünden ziyade ideolojisine bakan, yazarın kimliğini eserinin önüne koyan bir kesim, tekellerine aldığı bu alanda kendi hizipleri, kendi küçük grupları dışında hiç kimseye hayat hakkı tanımamıştır. Bu kesimin senelerce baş tacı ettiği, ödüle boğduğu birçok ismin tek alameti farikası, fikirlerin orijinalliğinden, eserlerinin kalitesinden, oyunculuklarının gücünden ziyade kendileriyle aynı marjinal ideolojik kabileye mensubiyetleridir. Millete tepeden bakan, kendi insanını hor, hakir gören, kaymağını yedikleri bu ülkeye adeta asalak gibi yapışan elitler, Türkiye’nin kültür hayatının çoraklaşmasının da başlıca müsebbipleridir.” (21.12.2018, hurriyet.com.tr)

Konuşma sırasında yapılan şeyin tam da konuşmanın içeriğini oluşturan şey olduğunu fark edemeyen bu zihniyet ülkeyi koca bir sinema salonuna çevirdi; işletmecinin, makinistin, yer göstericinin, perdedeki filmin yapımcı ve yönetmeninin aynı kişi olduğu, bu kişinin kendi yaptığı filmleri gösterip sonra o filmler üzerinden kendi seyircilerini kışkırttığı bir salon…
Maraş Katliamı işte biraz da bu yüzden bitmek bilmiyor.