1 MayIs 2010 da oradaydık, o meydanda. Oraya doymak bilmez kar hırsı ile sürdürdükleri siyasi iktidarlarını soldan tahkim etmeye,

1 MayIs 2010 da oradaydık, o meydanda. Oraya doymak bilmez kar hırsı ile sürdürdükleri siyasi iktidarlarını soldan tahkim etmeye, siyasi manevralarının bir piyonu olmaya gitmedik. Taksim meydanını dolduran aklı selimin, hem iktidarın sahibi olup, hem de o tatlı iktidar duygusunu şehvetle sahiplenen, aynı şehvetle gerçek mağdurların ve rantın üzerine atlayan, hem de durmadan ve durmadan mağdur ve/veya mağdurun yanında yer aldıkları lafını etmekten utanmayanların ardında olmayacağı ortada. Adamlar kaç senedir iktidarda ya, bir de taksim alanını lütfettiler bize: 3 senedir biber gazı ile sosladılar, copla iyice dövdüler, panzerleri üzerine sürüp tazyikli sudan geçirdiler bizi, sonra altın tabakta sundular alanı(!) Hâlâ bir itiraz, bir kendini bilmezlik. Kendini besleyen elin ısırmak yediğin tabağa tükürmek ve daha neler. Nankörlük canım bu bizimkisi!
Ya da zaten bizi besleyen bir elin olmasına, yani köpek muamelesi görmeye bir ömür boyu, bir kenarda köhne bir tabaktan kırıntılarla beslenmeye kökten bir itiraz. “benim verdiğimle yetineceksin! Benim dediğimi yapacaksın, benim dediğim yere üye olacaksın benim yönlendirdiğim yere gideceksin, ama susacaksın!” diyenlerin suratına “susmayacağım!” tokatı. “bunun bir çaresi vardır” demek Ziya abi gibi“elbette ki vardır” demek, “neden?” diye sormak “bizim iyi şeyleri yaşamaya hakkımız yok mu?”[1]
Oradaydık o alanda, 33 yıl önce kaybettiklerimizin yaşamlarını, ölümlerini, uğruna mücedele ettikleri şeyi anlamlı kılmak için. Kendi ömürlerimizi bir insan olarak yaşabilmek, insanlaşarak yaşabilmek için. Gündelik hayatımızda bize uygulanan şiddetin karşısında bizim sesimiz olan, “Yaşasın onurlu mücadelemiz!” diyen küçük kız çocuğu ayda yalnız iki kez süt yüzünün görmesin diye, insanlığımızdan utanmayalım diye. Hayır, o aklı selim kalabalık bir zafer alayı değildi. Rüzgar arkadan eserken yelkenlerini açmış ya da rüzgar bekleyen böyle politika yapacak bir topluluk hiç değil. Rüzgar tam karşıdan eserken politika yapmayı öğrenenler, kendi hayat tasavvurunun var olandan üstün gören, ekolojist, feminist olan, birilerini sömürmeden yaşamanın olanaklı olduğuna militarist milliyetçi olmayan bir hayatın var olabileceğine iman edenlerdi. Komplo teorilerinden, yüksek siyasetten, içi boş populizmden medet ummayanlar, hem de “başka bir dünyayı” “cahil” köylülerin, o “nankör” işçilerin, o “bürokrat” sendikaların, o “tembel işsizlerin”, ve de “apolitik” gençlerin, ve onların içindeki “iffetsiz” kadınların, o “geri kalmış” Kürtlerin, yani bizim başaracağımıza canı gönülden inanlar. Hayır, zaferimizi ilan etmedik, yalnız öğrenmeye başladık yeniden; tekel işçilerinden misal. Sonra hafızamızı geri aldık. Ve anladık ki 1 Mayıs kürsüsünden kendi sesimizi duymak zamanı gelmiş, bizim sesimiz olmayanları ama adımıza konuşanları defetmek zamanı gelmiş, çok dilli koroya daha çok mikrofon koymak zamanı, kendi şarkımızı yeniden söylemenin zamanı. 1 Mayıs 2010 mu? O bu şarkıdan önceki son ES!.

[1] Fatih Pınar, Yaşasın Onurlu Mücadelemiz!” http://cm.ntvmsnbc.com/dl/1-Mayis/index.html

SORU:  Mevsimlik işçi olarak çalışıyorum bizim haklarımız için bir kanun yok mu? İş kanununda hiçbir hüküm yok mu?
Eşme/Bir okuyucu

İş kanunu bazı işçileri kapsamıyor!
Şu anda sadece 51 ve üzeri işçi çalıştıran işyerleri 4857 sayılı İş Kanunu kapsamına girmektedir. İş Kanunu , 50 ve 50’den az işçi çalıştırılan tarım ve orman işlerinin yapıldığı işyerlerinde veya işletmelerinde çalışanlara uygulanmamaktadır. Bu durumda bu işçiler  iş kanununda doğan temel haklarını, iş akdi, ücretlerin düzenlenmesi, haftalık izin ve işçi sağlığı iş güvenliği tedbirlerinin alınması vb kullanamaz duruma gelmektedirler. Gezici mevsimlik tarım işçilerinin işlerinin tanımı itibariyle geçici olması sağlık hizmetlerinden yararlanmaları konusunda da bir engel oluşturmaktadır. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası tarımsal faaliyetlerde hizmet akdi ve sürekli çalışanları 4/a kapsamında sigortalı saymakta, süreksiz çalışanlar ise sigortalı kapsamında değerlendirilmemektedirler, sigortalı sayılmamaktadırlar. Ancak isteğe bağlı sigortalı olabilmeleri mümkündür. Fakat bu durumda da  isteğe bağlı primlerin zaten oldukça düşük ücretlerle çalışan  işçilere getirecekleri ekonomik yük bu hakkın kullanılmasına bir engel oluşturmaktadır. Gezici tarım işçilerinin yeşil kartları ile sağlı hizmetlerinden yararlanmaları mümkündür fakat işçilerin çalışmaya geldikleri yerlerde yeşil kartlarının vize işlemlerinin yapılmasında güçlük yaşadıkları biliniyor. Tarım sektöründeki çocuk ve kadın emeği başka bir yazının konusu olabilecek kadar geniş mesele Başbakanlık tarım işçilerinin geçirdikleri ölümlü trafik kazalarının ardından bir genelge yayınlayarak (2010/6 sayılı genelge) tedbir almıştır. Ancak bu alana ilişkin kapsamlı bir kanun şu anda yoktur. Bu genelge ile oluşturulan “Mevsimlik Gezici Tarım İşçileri İzleme Kurulları” nın ise pratikte ne derece etkili olacağını göreceğiz.