Sofi, suratını suratıma değdirecek kadar yakınlaştı. “İnsan” dedi “kendisiyle eşit seviyede konuşmalı. Böyle işte, burun buruna…

Kendimi sokağa çıkardım Sofi

SİNEM SAL - @sinemsal

Bir dakika, bir dakika… doğru şarkıyı bulmalıyım. Fakat bir radyo istasyonunda doğru şarkıyı bulmak çok zordur. Bazen bulsanız da bir sonraki şarkı asla istediğiniz gibi olmaz. Bu defa oldu: the Handsome Family- Far from any Road. Masanın üstündeki küllükte bir süredir yanmakta olan sigarayı aldım. Kimse farkıma varmasın istiyordum. Varlığımla anlamlandıramadığım bir dünyayı, yokluğumla mükâfakatlandıracak değildim. İntihar da gözüm yoktu. Sigaramı yakıp da karşımda onu gördüğümde, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordum.

“Sen bir savaş kahramanı değil miydin Sofi?” diye sordum, ki kendisini yıllardır görmüyordum ortalıkta.

“Savaşların kahramanı olmaz.” dedi ve sigarasını yaktı. Sandalyemin etrafında dolaşmaya başladı. Yine, gözleriyle kocamı arıyordu. Ona “Artık burada yatmıyor,” demek istedim “baksana tek yastık var yatağımda.” Ama Sofi’yi görmeyeli yıllar olmuştu. Kuracağım her cümle onu, kendi sınırlarıma bir kez daha yaklaştıracak gibi hissediyordum. O yüzden, konuyu değiştirmekten de ziyade biraz da gerçeklik payı olduğundan, “Eğer şimdi evden çıkmazsam, geç kalacağım.” dedim.

Beni dinlemedi. Bu arada radyodaki şarkı bitmişti. Reklamlar başlamıştı. Sesini kıstım. Kapatmadım. Sevdiğim bir şarkıyı çalan radyo istasyonu batsın istemiyordum. Ama reklamlara tahammülüm yoktu.

Sofi, suratını suratıma değdirecek kadar yakınlaştı. “İnsan,” dedi “kendisiyle eşit seviyede konuşmalı. Böyle işte, burun buruna… Kendinden bir seri katil yarattın sen. Başkalarının yarattığı hayatını en ufak parçasına kadar yok etmediğin sürece enselenirsin.”

Ulan… böyle şeyler hep benim başıma gelirdi. Çocukken sıfır yaratıcılıkla bir tane hayali arkadaş edinmiştim. O da hayatımı çileden çıkarma göreviyle atanmış gibi davranıyordu. Başımdan eksik olmuyordu. Yine de Sofi’yi dinledim. Ben bir seri katildim! Merdivenleri inerken alt komşuma “Günaydın!” diye bağırdım. İki yılın ilk günaydınıydı bu: Bam!

Taksiye bindim.

“Nereye abla?”

“Nereye istiyorsan kardeş…”

“Nasıl abla?”

“15 lira edene kadar gezdir beni işte. Birkaç işim var. Beşiktaş sınırından çıkma yeter.”

“Peki abla. Sahilden doğru gideyim bari…”

“Olur.”

Kocama mesaj attım: “Mert, boşanmalıyız. Çünkü İdil’e aşığım.” Telefonumu kapattım: Bam! Kendim olmamı engelleyen her şeyi yere indireceğime dair yemin ettim. Yanımdan insanlar geçiyor. Taksinin camını açıyorum. İnsanlar, bir yere koşuyor. Çünkü bununla yükümlüler. 12 lira… Vitrinlerde kadın giysileri giydirilmiş, kadın makyajlı, kadın saçlı insanlar var. Vitrin mankenlerini hedef alıyorum: Bam! Kuaförler “Bayan Kuaförü” “Erkek Kuaförü” diye ayrılmış. 13 lira… Çantamdan bir ayna çıkarıyorum. Yüzümü içimdekine benzetene kadar savaşacağıma dair söz veriyorum. Sanki kalbimle yüzüm, beynimle yaşamım arasındaki boru hattında bir hata vardı. Asla bir yerde olup biteni diğer tarafa akıtamıyordum. Hayatım boyunca istediğim tek şey vardı: Saç tellerimden ayak parmaklarıma kadar özgür olmak…

Özgürlük, kendisinden başka hiçbir şeyle tarif edilmiyor. 13.75 lira… “Duralım abi!” İş yerime yakın bir yerde durduk. Her gün yürüdüğüm yolu yürürken daha hafif hissediyordum. Sanki yerde kar olsa, iz bırakmayacağım. Öyle hafif… Bam! Her gün içine girdiğimde paketlendiğim iş yerime geldim. Asansöre binip 4. kata bastım, yönetim katına. Alt katları geride bırakırken, aynaya doğru döndüm ve yüzümü idrak etmeye çalıştım. Doğduğu ve alıştığı coğrafyanın dışına sürülmüş biri gibiydim. Her “bam” sesiyle bir puzzle daha yerleşiyordu suratıma. İnsan, bir süre yabancı olarak yaşıyorsa, kendisiyle karşılaştığında tanıyamayabiliyor. Buna alışmalıydım.

Asansörün kapısı açıldığı anda müdürümle karşılaştım. Üstümdeki kıyafete bakarken gözlerinde, neon ışıklarıyla “Burada ne işin var?” sorusu yanıyordu. Cevapladım:

Çünkü kendim olmaya ihtiyacım var.

Yani?

Yani, kendim olmaya ihtiyacım var.

Bam! Müdür öldüğü anda, gözlerindeki neon ışıkları söndü. Alt katta, müşteri hizmetlerinde çalışan iş arkadaşlarım yukarı çıkmaya başladı. Herkes birer robot gibiydi ve bağırıyor, üstüme üstüme geliyorlardı: “Size nasıl yardımcı olabiliriz? Size nasıl yardımcı olabiliriz? Size nasıl yardımcı olabiliriz?...”

“Yaklaşmayın!” diye bağırdım, “Ateş ederim!” Bam! Hepsini yere indirdim. İşte sayın İnsan Kaynakları Müdürü odasından çıkıp tam ortasında durduğum ceset hengamesine doğru yaklaşıyor. Arkasına doğru bağırıp “Polis çağırın!” diyor. Geçen hafta trans olduğu için arkadaşımı işe almayan İnsan Kaynakları Müdürü, ne insanın ne de insanlığın kaynağına dair bir fikre sahip değildi. En çok onu indiriyorum yere: Bammmm!

Temizlik tamamlandı. Yaklaşık yarım saat sonra evime vardığımda kendimden bir seri katil yarattığım fikrinden uzaklaşmıştım. Yaptığım tek şey her gün bana ateş eden bir seri katili ortadan kaldırmış olmaktı.

Söylemiş miydim bilmiyorum ama kocamdan ayrıldım. Anlatmış mıydım bilmiyorum ama aynaya baktığımda saç tellerinden ayak parmaklarına kadar özgür olan tek bir kadın görmek istiyordum! Nihayet.