Vicdan Efe, “Çocukların gözüyle bakabilsek olaylara. Yetişkinler olarak durmadan akıl vermek, öğütte bulunmaktan başka ne yapıyoruz? Hayat ustasıyız da çırak yetiştiriyoruz sanki. Onları bir birey olarak görüp duygusal bağ kurabilsek ve yaşamın akışına birlikte kapılsak. Ne iyi olur” diyor.

Kendimizi değiştirmekten kaçarız

MELİKE UZUN

Vicdan Efe 1964 Eskişehir doğumlu öykü yazarı. İlk kitabı Sen de Topla Düşlerini, 2004 yılında Kum; Tambur Ağıtları 2008 yılında Şenocak Yayınları’ndan çıktı. 2011 yılında İki Kız Bir Oğlan, Sevincin Rengi; 2012 yılında Kar Bulutlarının Ötesi isimli ilk gençlik romanları yayımlandı. 2015 yılında Egeli Kadın Yazarlar Platformu adına yürüttüğü projeyle Ege’den Köyler adlı kitabı derledi. Pek çok hikâye ödülüyle beraber 2001 Orhan Kemal mansiyon ödülünü de alan Vicdan Efe ile Notabene Yayınları’ndan bu yıl çıkan son öykü kitabı Komşu Duvarı hakkında sohbet ettik.

Komşu Duvarı, yayımlanan üçüncü öykü kitabın. Ben Tambur Ağıtları ile bu kitabını karşılaştırdığımda şunu söyleyebilirim. Komşu Duvarı öykülerinin üslubu birbirinden farklı. Örneğin Yaşam İstasyonu tekinsiz, distopik diye nitelendirilebilecekken Zülâl ironik unsurlar taşıyor. Tambur Ağıtları ise duygu aktarımına odaklanmış, üslup arayışının bulunmadığı öykülerden oluşuyor. İki kitap arasındaki bu farklılığın kaynağı nedir? Bu kitabın yazılış süreci ile diğerleri arasında fark var mı?
İlk öykü kitabım Sen De Topla Düşlerini’nde birbirinden farklı üslupta öyküler vardı. Kendi tarzımı belirlemek, adım yazmasa bile öykülerimi okuyanların yazarını tahmin edebileceği öyküler yazmayı çok istedim. Tambur Ağıtları’ndaki öyküleri yazarken bunu bilinçli olarak yapmasam da amacıma ulaşmıştım; tarzım belirlenmişti. Bir süre geçince, sonraki öykü kitabımın daha yetkin, Tambur Ağıtları’ndan daha nitelikli olmasını istedim. Hem farklı konular hem de ustalık gerektiren metinler olmasını bekledim. Bu yüzden araya yıllar girdi. Komşu Duvarı’ndaki farklı öyküler yazıldığında doğrusu biraz yabancıladım. Bir süre de yeni biçemi sindirmem gerekti. Kendimi sorguladım, hangi tarz beni yansıtıyor? Bu öykülerin arkasında durabilecek miyim? Hani tarzımı belirlemiştim?

Araya giren yıllar ruhen de farklılık yarattı. Düşünme ve yazma biçimime yansıdı. Hayatı sorgulamada daha cesur davrandım sanki. Yaş olarak ilerlemenin, daha fazla şey görüp öğrenmenin etkisi olmuştur mutlaka. Şu anda, yeni tarz demeyelim de gittikçe daha özgün öyküler yazmayı hedefliyorum.

Ben Kuyruklu Dişi Bir Köpeğim ve Fırıncı Fevzi öykülerindeki anlatıcılar çocuk denebilecek yaştalar. Bu iki öyküde de çocuklar çevrelerinin endişeli baskılarına maruz kalıyorlar. Çocukluk biraz da bu anlama mı geliyor, yetişkinlerin endişeleriyle çevrelenmek?
Çocukların gözüyle bakabilsek olaylara. Yetişkinler olarak durmadan akıl vermek, öğütte bulunmaktan başka ne yapıyoruz? Hayat ustasıyız da çırak yetiştiriyoruz sanki! Hayatımızı güzelce yönetip kendimizle barışık, dengede kalabilsek ve bu dingin yaşamda çocukların da kendi deneyimlerini edinmelerine fırsat verebilsek… Onları bir birey olarak görüp duygusal bağ kurabilsek ve yaşamın akışına birlikte kapılsak… Evet, tam da bu. Güzel tanımladın.

Kadın kahramanlar öykülerinde önemli yer tutuyor, çoğu mutsuz, dışlanmış. Bir anlamda da onlara mahalle kültürüyle yaşayan kadınlar diyebiliriz. Onlar hakkında günlük hayatından edindiğin izlenimleri mi anlatıyorsun?
Bilinçli bir seçim değil aslında. Her türden toplumun içinde yaşayıp çok çeşitli hayatlar tanıdım. Uzaktan gözlemenin ötesinde kendim de birebir yaşadım. Köy, kasaba, şehir. Kadınların içinde, konuşmalarına, sorunlarına yakından tanık oldum. Belki de çocukluğumdan beri, bir kadın olarak itirazım olan, değiştirmek isteyip gücüm yetmeyen konuları ele almış olabilirim.

Yine aynı öyküden yola çıkarak insanlar hayatlarının sorumluluğunu taşıyanlarla dümeni başkasına bırakanlar olarak ikiye mi ayrılır?
Hepimiz doğduğumuzdan itibaren içinde bulunduğumuz toplumun normlarına göre yönlendiriliriz. Bu, çevremizdeki insanların durumuna göre bazen o kadar baskıcı bir şekle dönüşür ki bundan kurtulmak çoğu zaman olası değildir. Kendimizi ne kadar özgür hissedersek hayatımızdaki kararların sorumluluğunu da o ölçüde kabul ederiz. Sonuçlardan başkalarını suçlamak kolaycılığı varken, sorumluluğu niye alalım? Tam olarak ikiye ayrılmaz aslında. Kimisi biraz daha fazla kendi hayatının sorumluluğunu alır, kimisi daha az. İki uç arasındayızdır çoğumuz. Tamamen uçlarda olanlarsa bedelini fazlasıyla öderler; toplum dışına itilirler. Evet, ödenecek bedelin göze alınmasına bağlı.

Çocuk kitapları yazdığını biliyorum. Çocukları anlatmakla çocuklara anlatmak arasındaki fark nedir?
Çok güzel bir soru Melikeciğim, teşekkür ederim. Çocukları anlatmak, yaşadıkları ağır duyguları, çevresel olumsuzlukları ve olayları özgürce öyküye yansıtmak… Çok da seviyorum, çocuk anlatıcı kişinin ağzından yazmayı. Çocuklukta yaşadıklarımız şekillendiriyor çünkü hayatımızı. Ancak bir yetişkin öyküsüyse konu, özgürlük o zaman işlevsel.

Bir çocuğa anlatıyorsanız… Orada durup düşünmek gerek. Yazdıklarınızı bir çocuk yaşamış olsa da öyküye konu olan olaylar, sıra dışı, anlatılmaya değer şeylerdir. En azından edebiyatın etkileyici özelliğiyle çocuğun ruhuna işler. Bu yüzden çocuğun psikolojisini göz önüne alarak anlatmalı. Daha çözüm odaklı… Çocuğa yazmak aynı zamanda sorumluluk gerektirir. 1996’dan beri öykülerim yayımlanmasına rağmen ilk çocuk kitabını 2011’de yazdım. O da ergen yaştakilere. Daha küçük yaştakiler için yazmakla yetişkin öyküleri arasındaki dengeyi kuramadım henüz. Küçüklere denediğimde biraz uçarı, mizah kokulu ya da ilginç olabilecek metinler yazmaya çalışıyorum.

Karikatürist-yazar Hasan Efe ile uzun süredir köyde yaşıyorsunuz. Köyde yaşamanın yazıya etkisi var mı? Köy yazara ne katar, ondan ne eksiltir? Yazar köye ne katar, ondan ne eksiltir?
Zor bir soru… Burası inzivaya çekilip daha fazla yazmak için geldiğimiz bir köy değil. Eşimin köyü, çoğu akraba. Yaşamın içindeyiz. Süt ve yem fiyatları, doğum yaparken ölmeye yatan inekler, domatesteki kırmızı örümcek… Ekonominin mikro halini görüp insanların parayla olan ilişkilerindeki davranışlarına tanık olmak. Bu anlamda zenginlik. Okuma yazmaya zaman ayırmakla bu zenginlikten yararlanmanın dengesi önemli. İnsan tek başına olsa bu dengeyi tutturması zor olabilir. İkimiz de edebiyatla, sanatla ilgili olunca sohbetlerimizin, paylaşımlarımızın en az yarısını bu konular oluşturuyor. Edebiyat dergileri, kitaplar haftada bir gelen kargoyla evimizde. Böyle olunca eksilmekten pek söz edemem. Bazen yaşamın akışında kantarın topuzu kaçmıyor değil yine de.

'Yazar köye ne katar?'a gelince… Dört beş yıldır çocuklarla okuma, yazma, anlama ve yorumlama gibi metin üzerinde çalışmalar yürütüyoruz. Bazıları bu olumlu yanımızın farkında, daha fazla yararlanmak için çaba gösteriyor, bazıları farkında değil. Burada yine dengede kalmak önemli. Başkalarına yardımcı olmaya çalışırken eksilme riskini gözden uzak tutmamalı.