Kendimizi kandırmayalım, güneş kendiliğinden doğmayacak

Gece uzun sürdüğüne göre sabahın artık yakınlaşması beklenir. Ama toplumsal olaylarda iradi müdahale yoksa beklenen güneş hiç doğmayabilir. Bilimsel akıl ile baktığımızda bir felakete sürüklendiğimizi görüyoruz. Ancak aynı sosyal bilim bize bu felaketten çıkış için bir tarih ya da reçete vermiyor. Nice umutla yattığımız uykulardan her sabah bizi yeni bir katliam uyandırıyor. Ve sonrasında birilerinin usanmadan söyleyebildiği yalanlar içerisinde yeni bir gün başlıyor.

Üst akıl, büyük güçler, dış bilmem neler… Bunları dediğinde büyük analiz, stratejik bilgelik falan yapmış olmuyorsun. Aksine suçu muğlaklaştırıp esas hedefin üstünü örtüyorsun. Bu ülkede birileri iç savaş çıkarmak istiyorsa bunu emperyalizmden bağımsız yapmayacak elbette… Ama emperyalizm bu kan deryasını kendiliğinden değil, gerici-faşist güçler eliyle yaratacak. Fetocular, IŞİDçiler, Nusracılar ya da iktidar parasıyla sosyal medyada sabah akşam küfür eden meczuplar… Gerici ve faşist karanlık ve bu karanlığı yaratanlar… Tetiği çekenler zaten onlar.

Noel babanın kafasına silah dayama eylemini “meşru”, “tepki”, “doğal”, “İslami” gösterdiğinde ve kınamadığında birisinin de gelip o tetiği çekmesi şaşırtıcı olmuyor. Bağnazlık başkasının yaşantısına saygı göstermiyor, kendi dünyasını dayatmak istiyor. Bunu yaparken bir şekilde korunacağını kollanacağını hissediyor. Üniversitede bir solcu ile bir gericinin polisle olan ilişkisi nasıl ki aynı değilse toplumdaki his de böyle… Gerici bir öğrenci, “yılbaşı gavur icadıdır, gerekirse kan kusturacağız” diye kampüste polisin arkasına gizlenerek duvarlara yazı yazabileceğini biliyor. En fazla gözaltında “oğlum niye böyle yapıyorsunuz hehe” deneceğini biliyor. Sol görüşlü bir öğrenci ise bu afişe karşı bir eylem yaptığı takdirde hapse düşebileceğini biliyor. Çünkü rejimin karakteri “milliyetçi-muhafazakar” iklim üzerinden ülkeyi yönetme, sınıfsal farkları örtme, her türlü tepkiyi bastırma üzerine kurulu.

Sınıfsal tepki demişken, “Reina’da viski” üzerinden katliamı önemsizleştiren bir dil de var. Aynı “sınıfsal tepki”nin 10 katının Ağaoğlu, Mehmet Cengiz gibilere ya da baştakilerin kumarbaz çocuklarına da gösterilmesini bekleriz. Ama bir tane bile işçi direnişinde bu tipleri göremezsiniz. Çünkü fanatizm ve tabana yayılmış rant susturuyor. Meseleyi sınıfsallıktan çıkarıp dinsel, kültürel bir ayrımcılığa indirgiyor.

“Hesap soracağız”, “bunlar hırsız”, “bunlar şöyle, böyle” demek de artık toplumda bir anlam ifade etmiyor. Ülkenin neredeyse yarısı baştakilerin yalanlarına çılgınca inanmak istiyor bir diğer yarısı ise baştakilerin ne olduğunu zaten biliyor. Soru şu ki “biz ne yapacağız?”

Bu işe dur diyebilecek halk kesimleri korku ve sinmişlik içerisinde… Bir çeşit depresyon hali ile öfkesi birbirine yöneliyor. Bunalıma girenler, kaçış planları içerisine girenler, ismini açıktan yazamayıp sola nasihat veren troller, doğru bildiğini de unutup ezber bozma adına kimliğini terk edenler… Ya da bir kişiyi daha mücadeleye katma derdi kalmayınca evde oturup kitle katliamı yapan örgütleri savunmaya girişenler, bunu da “mazlumun öfkesi” diye yedirenler… (İslamcı terör de aynı argümanı kullanıyor hem de sömürgeci İsrail, ABD ve Rusya koalisyonuna karşı!) Ya da rejimin ayakta durabilmek bir Şangay’a bir NATO’ya doğru sallanmalarından “millici” bir çıkar bekleyenler…

Sabah bir türlü olmuyorsa günü getirecek bir şeyler yapmaya ihtiyaç var. Bu ülkede hâlâ aklıselim sahibi aydınlar, emek örgütleri, Gezi'de yanımızda olmuş siyasetçiler, bombaların gölgesinden kurtulmuş ve yine de kinle değil ferasetle hareket eden ailelerimiz var, Haziran sorumluluğu var... Sabahın bir sahibi var!