Yarın, 2 Kasım’da, AKP iktidarının 18 yılı tamamlanıyor.

Şurası nesnel bir gerçektir ki AKP iktidarında ülke yönetiminin yurttaşlar arasında yapmakta olduğu ayırımcılık zamanla büyüdü ve derinleşti. AKP toplumu çok keskin bir biçimde kendisinden olan ve olmayanlar olarak ikiye ayırıyor. AKP ve destekçileri bir anlamda dokunulmazlık kazanarak özgürleşirken dışta kalanlar baskı altına alınıyor. AKP’lilik artık çok açık bir biçimde bu ülkenin tüm insanlarının hak ve özgürlüklerini hiçe sayarak yalnızca kendine özgürleşme anlamına geliyor.

AKP’lileri özgürleştiren süreç özünde, ülke yönetiminin hukukun temel ilkelerinden uzaklaşan bir özellik kazanmasıdır. Yargının etkisiz ve anlamsız kılınması, iktidarı, özellikle basın-yayındaki yandaşlarıyla birlikte, çok korkutucu bir biçimde özgürleştiriyor; onların güçlerini ve saldırganlıklarını artırıyor. Ancak bu çok büyük güç artışı yine de Cumhuriyet’in çağdaşlaşma değerlerinden korkularını gidermeye yetmiyor.

BİR GÜNE BİLE KATLANILAMIYOR

Bu ülkede Cumhuriyet’in çağdaşlaşma değerlerinin düşmanları tam bir yıl boyunca bu değerleri yerden yere vuruyor. Buna karşılık Cumhuriyetçilerin yılda yalnızca bir gün, 29 Ekim’de, topluca ve coşkulu bir kutlama yapmaları engellenmek isteniyor; İçişleri Bakanlığı tarafından yasaklanıyor. Çünkü iktidar ve yandaşları Cumhuriyet’in bir günlük ışığından bile korkuyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhuriyet Bayramı’nı kutlama mesajında da ‘tek parti diktası’ diye Cumhuriyet’in değerlerinin yaşama geçirildiği dönemi suçluyor. Diğer taraftan da Anıtkabir törenlerinde kendisini ‘Reis’ diye alkışlayan kişiler ismen çağrılırken o sırada halkın avluya girişi engelleniyor. Alkış için Anıtkabre alınanlar ve iktidarın diğer seçtikleri özgürleşiyor mu yoksa esirleşiyor mu sorusu bir tarafa, iktidar tam yandaşı yapamadığı halktan korkuyor!

Yine de halk iktidarın yasaklama ve acımasız ayrımcılığına karşın Cumhuriyet’e coşku ile sahip çıkıyor.

Çünkü Cumhuriyet’in ışığında her şeyden önce yurttaşın yasalar önünde eşitliği var. Oysa günümüzde eşitsizlik o boyutta ki örneğin, kamuya alınacak kişilerin seçiminde veya devletin mal ve hizmet satın alınmasında AKP yandaşlarına tanınan çalışma özgürlüğü bu toplumun diğer kişilerine tanınmıyor. Onların toplantıları ve basın açıklamaları yasaklanıyor. Ayrımcılık kurumsallaşıyor; çoğu kez AKP’nin oy alamadığı yerleşimlere hizmet götürülmüyor.

İşsizler başta olmak üzere AKP’li anlamında özgür olmayanlar ise saymakla bitmez. Salt düşünceleri nedeniyle yıllardır hapis yatanlar; üniversitelerinden kovulan ve iş bulamayan binlerce bilim insanı; AYM kararı uygulanmadığından yürüyüş yapamayan işçiler; toplumun savunma hakkının savunucuları olmalarına karşın kendi kongrelerini yapamayan, kendi haklarını savunamaz duruma getirilen barolar ilk akla gelenlerdir.

BİLİMSEL GERÇEKLERDEN KAÇIŞ ÖZGÜRLÜĞÜ?!

AKP’nin yeni özgürlük anlayışının çok önemli bir boyutu da yine giderek yükselen istatistiklerle yalan söyleme özürlüğüdür.

İktidar, özellikle ekonomi ile ilgili istatistiklerin bilimdışı yöntemlerle üretilmesinde yıllar boyu ustalaşmıştı. TÜİK’in özellikle ekonomik büyüme ve enflasyon istatistikleri güven vermekten çok uzaktı. Son zamanlarda işsizlik verileri de iyice gerçeklerden uzak bir nitelik kazandı.

Ek olarak, toplumun gerçek anlamda ölüm-kalım savaşımı verdiği bu olağanüstü günlerde Covid-19 salgınıyla ilgili gerçek sayıların saklanması ve deprem büyüklüğünün bile olduğundan daha az gösterilmesi çabaları bilimden uzaklaşan kamu yönetimini giderek bir yalan üretim merkezine dönüştürüyor.

Bu sürecin iki önemli sonucu yaşanıyor; bir taraftan, çok ilginçtir, yine TÜİK verilerine göre ekonomik “güven indeksi” her ay düzenli olarak artıyor! Diğer taraftan da özellikle basın–yayındaki AKP savunucuları bu sayısal yalanları yutarak, akılları sıra kamuoyunu aydınlatıyor!

Sonuç olarak, toplum, içinde esirliği barındıran AKP özgürleri diyebileceğimiz bir kesim ile bunun dışında kalan büyük çoğunluk olarak aşırı ayrıştırılmanın ağır sancılarını çekiyor.