Onu dinlemiyor korucular. Beni hırpalamaya devam ediyorlar. Sürüklemeye ve ışık haneye götürmeye çalışıyorlar. Yapabileceğim bir şey olmadığını biliyorum.

Kendine yolculuk-II

TACİM ÇİÇEK

Binanın üstündeki projektörler açılıyor. Işıklar ortalığı gündüz gibi yapıyor. Bir hareketlenme oluyor. Ben de ilerliyorum usulca. Nereye ne için ilerlediğimi bilmeden. Kendimi korucuların oluşturduğu duvarın önünde buluyorum. İşaretimle yol veriyorlar bana. Tel örgülerin elektriği kesiliyor hemen. Gizli geçit açılıyor. Vıcık vıcık yere yürüyorum. Koruyucular bir adım arkamdan yürüyorlar. Çekirge dışkısı gibi bir kokuyla zehirleniyorum sanki. Bir süre sonra ürkek, şaşkın ama kararlı kalabalığı görebiliyorum. Neredeyse burun buruna geliyorum onlarla. Sesimin bu denli gür ve ürkütücü olduğunu bu ana dek anımsamıyorum. Âdeta kükrüyorum.

-“Yaşamımızı altüst etmeye ne hakkınız var! Yaptığınız sizin de bizim de zararımıza, bilmiyor musunuz?!” diyorum ve dilimin döndüğünce içinde bulunduğumuz gerçekliği anlatmaya başlıyorum. Konuşmam, bana göre kısa ve etkileyici. Bir hareketlenme oluyor onlarda yine. İçlerinden biri öne çıkıyor. Tam karşımda duruyor. Gözlerini görüyorum onun. Sanki alev, bakmaktan çekiniyorum bir an için. Bir kıvılcım sıçrayıp beni ve arkamdaki devasa koruyucuları yakacakmış gibi bir hisse kapılıyorum. Korka korka ona bakıyorum. İriyarı ve bronz görünümlü… Giysileri apayrı. Gerisindekiler de kendisine benziyorlar. Koruyucularımın güçlerini ve savaşkanlıklarını bildiğim hâlde nedense bir korkuya kapılıyorum ve alttan almamın doğru olacağını düşünüyorum. Çünkü cennetimizi yaratanlar bunlar. Yaşamlarından ve verdiklerimizden hoşnut olmamaları, düşüncelerini açıksa söylemeleri neyse de alanlarda karşımızda bizimle boy ölçüşmeye kalkışmaları ürkütücü. Onları imha edecek gücümüze ve donanımımıza karşın korkuyorum. Korkumda da haklıyım çünkü donanımımız onlardan dönüştürdüklerimizle bir işe yarıyorlar. Eğer dönüştürdüklerimizin bilinçlerini ve gözbağlarını çözebilirlerse sığınacağımız hiçbir yapının bizi bunlardan kurtarabileceğini sanmıyorum. Boğazımda bir şey varmış gibi boğazımı temizliyorum önce.

-Aracılar, diyorum, bizi birbirimize düşürmeye çalıştılar. Ne sizin düşündüklerinizi ve isteklerini ne de bizim önerilerimizi ve düşüncelerimizi size doğru biçimde aktardılar. Kendilerine yarayacak biçimde yalan yanlış söylediler. Haksız mıyım? Aracıları artık istemiyoruz ve sevmiyoruz. Birbirimizi doğrudan dinlemeliyiz. Ancak biz bize yardım edebiliriz. Bunu rıza pazarıyla yapalım. Ne dersiniz? Burası büyük bir tekne ve yaşamımız da bir okyanus. Delindiğinde geç veya erken hiç fark etmez birlikte yok olacağız. Bunu mu istiyorsunuz. Sonra türümüzü geleceğe taşıyacak bir Nuh ve onun gemisi de yok üstelik. Karşımdaki konuşuyor fakat hepsinin ağzı aynı anda açılıyor ve ses beni delirtecek kadar oluyor.

-Hayır, diyor, aracıların var olma ortamını yarattınız, bu ortam yok olmadıkça aracılar hep var olacaktır. Tabii bize uygun gördüğünüz yaşam da… Kısacası bataklık kurumadıkça sivrisinekler hep olacaktır…

-Sabırlı olun ve bize süre tanıyın istekleriniz bir bir gerçekleşecektir. Başka işlerimiz de var. Bütün zamanımızı isteklerinizle geçiremeyiz, bu akıllıca değil. Siz de biliyorsunuz ki… Sabreden erer muradına. Bugün burada yerim varsa, rahatsam, sabırlı ve uyumlu olmamdandır. Aslında sizden farkım yok. Sizden biriyim. Koşullara katlandım ve amacıma ulaştım. Şimdi de ektiğimi biçiyorum. Biliyorum sabır acıdır, yalnız meyvesi tatlıdır. Burada, bu binada yeriniz olabilir, yaşamınız daha da renklenebilir, bunun için özverili, hoşgörülü ve anlayışlı olmalısınız. İsteklerinizi ve düşüncelerinizi zamana yayın ki bunları gerçekleştirecek olanlara fırsat düşsün. Asileşmekle yerinizde saymayacağınız gibi geleceğiniz de ayaklarınızın altından kayıp gitmiş olur. İnanın zaman ve sabır sihirli değnektir. Ter dökün, inanın, katlanın ve şükredin… Bakın sizin için hayatım pahasına kefil oldum. Varlığımı ortaya koydum. Övdüm sizi, yanlış anlaşıldığınızı, işi yokuşa asla sürmeyeceğinizi belirttim. Niyetleri hiç de teknemizi delmek değil dedim. Siz kabullenmeseniz de suçun büyüğü aracılarda, kalanın da bir kısmı sizde, bir kısmı da bizde. Koruyucular gönderilecek, fakat sizin de uyumlu olduğunuzu artık göstermeniz gerekiyor. Çünkü herkesin sabrı tükenmek üzere... Ok yaydan çıkmasın istiyorum. Ok yaydan çıkarsa tekrar yaya dönmez. Bu olanaksız, iyi düşünün.

-Siz, söylediklerinize inanıyor musunuz?!

-İnanmadığım şeyi söylemem asla!

-Ben ne size ne de onlara inanıyorum!

Usulca söylüyorum. İnandırmak ve yanıma çekmek istiyorum. Çabam bunun için. Onların üstünde büyük bir etkisi olduğunu hissediyorum, hatta bundan eminim bile.

-Bak, diyorum, bunlar sözünü dinlerler. Çalışkanları, çalışmayı sevenleri ve karizması olanları da. Gel, seninle bir an için yer değiştirelim, benim duygularımı daha iyi anlaman için. Aklıma geleni gerçekleştirmek için onu ikna ediyorum. Herkesin gözü önünde soyunuyoruz. Ben onun giysilerini giyiyorum, o da benimkileri giyiyor. Ben o oluyorum, o da ben oluyor.

-Sen benmişsin meğer! diyorum. İşitip işitmediğini bilmiyorum. Ne bana bakıyor ne de bir şey söylüyor. Yalnızca şaşkın ve heyecanlı olduğunu görüyorum. Önce benim arkamdaki korucular, sonra da onun gerisindekiler bir anda kayboluyor. Bu çok sürmüyor. Arkamda onun yandaşları beliriyor. Onun da arkasında korucular beliriyor. Onların tüm yaşamlarını, karşı çıkış nedenlerini içimde, beynimde duyumsuyorum. Onun ağzıyla haykırıyorum:

-Işığı yaratanlar olarak yarasa gibi karanlıkta yaşamak onurumuzu ayaklar altına alıyor. Bu bize yakışmıyor asla, olması gereken! Ağzımı ellerimle kapatmaya çalışıyorum. Başaramıyorum. Kendime söz geçiremiyorum. Kendimi engelleyemiyorum. Onun söylemeye cesaret edemediği her şeyi diyeceğim söylüyorum. Görüyorum, korucular beni kuşatıyor. Ne olacağını çok iyi biliyorum fakat yine de susmuyorum. Çember çevremde daralıyor. Üstüme abanıyorlar. Canımı yakıyorlar. Neredeyse öldürecekler beni. Giysilerimi giyenin sesini duyuyorum:

-Durun diyor, durun! Ne yapıyorsunuz o sizin efendilerinizden biri! Gördünüz işte önünüzde değiştik giysilerimizi… Ben, o olmak istemiyorum! Bu bir oyundu birbirimizi anlamak için.

Onu dinlemiyor korucular. Beni hırpalamaya devam ediyorlar. Sürüklemeye ve ışık haneye götürmeye çalışıyorlar. Yapabileceğim bir şey olmadığını biliyorum. Ona korucular hep bir ağızdan;

-Ne olursa olsun, size yaptıklarını biliyoruz, öcünüzü almak için bu fırsatı kaçırmak istemiyoruz. Aslında biz çoktandır bunu bekliyorduk, diyorlar.

Kafamı kaldırıyorum. Pencereye gidiyorum. Fabrikanın önündeki kalabalığa ve onları durduran canlı ve yeşil duvara bakıyorum. Gördüklerimi yaşayıp yaşamayacağımı hiç de merak etmiyorum. Bir hava kordonuyla yeşil duvardan bulunduğum yere giren havayı solumak zorunda olduğumu biliyorum. Bu kordonun kopmaması gerektiğini de…

Bu yüzden yapmamız gerekenleri de… Gerisi mi?