İnanmış ve adanmış bir mücadelenin en büyük direnci; kim olursa olsun, elinden ne gelirse o kadarla el ele vermenin fedakârlığında saklıdır

Kendini anlamak

ZEYNEP ALTIOK AKATLI
CHP Genel Başkan Yardımcısı, İzmir Milletvekili

Aut viam inveniam aut faciam*

M.Ö. 219’da Kartacalı Komutan Hannibal, emrindeki 100 bin asker 37 fille soğuk bir kış mevsiminde, Alp Dağları’yla karşılaştığında, umutsuzluğa kapılan komutanlarına dönüp “ya yeni bir yol bulacağız, ya yeni bir yol yapacağız” dedi, yok olup gitmekte olan ordusuyla zaferler kazandı.

Atatürk, ülkesinin topraklarını kendi kaderine terk etmedi. Milli mücadeleyi önderlik etti ve yıkıcı bir savaşın ardından bağımsızlık mücadelesi 7 den 70’e canı pahasına birlik ve beraberlik içinde direnen bir halkın zaferiyle kazanıldı. Savaşlar ve zorlukların ardından milli değerlere vurgu yapılması adettendir. Oysa büyük zaferlerin arkasında milli değerler kadar naif bazı değerler de vardır. En önce umut vardır. İnanmış ve adanmış bir mücadelenin en büyük direnci; kim olursa olsun, elinden ne gelirse o kadarla el ele vermenin fedakârlığında saklıdır. Sen, ben demeden kardeşçe ve birlikte hareket etmenin iyiliği, güveni vardır. Barışa, iyiliğe özlem vardır ama asla “ben” derdine düşmek yoktur.

Cumhuriyetimiz, kuruluşundan bu yana zorlu birçok sınav verdi. Cumhuriyetin düşmanları daima çağdaşlığı, demokrasiyi, solu hedef aldı. Toplumsal barışa karşı şiddet ve baskının yanı sıra ayrımcılık devreye sokuldu. Ve dönemin siyasal sosyal formuna paralel maşalar, tetikçiler devreye sokuldu. Bu ortamda inandıkları değerler ve idealleri uğruna birçok insanın romantik, naif, yersiz bulduğu duygularla aydınlanma devriminden güç alarak bu ülkeyi çağdaşlık yolunda daha ileri götürmek için çabalayan aydınlarımız, milli ve dini ayrımcılıktan beslenen gerici karanlığın hedefi oldu. Katliamlar, siyasi cinayetler, kaybetmeler eksik olmadı. Karanlığın peşinde araştırmacı gazetecilik yapan Uğur Mumcu “beni de vururlar” diyerek susmadı, sinmedi, ailesini alıp gitmedi. Aksine vurulan yoldaşlarını hedef alan gizli güçlerin peşine düştü. “Vurulduk ey halkım, unutma bizi” diyen gazetecimiz vurulduğunda da gerçek aydınlar sinmedi. Cenazesinde milyonlar vardı. Kalem susmadı, yazı, düşünce, sanat bu büyük kaybımızın ardından bizlere direnç ve umut aşıladı.

Dolmabahçe’de 6. Filo’ya direnen bu ülkenin ilerici, devrimci, yurtsever gençlerine bıçaklarla ve sopalarla saldırıldığında o gençlerin hiçbirisi vazgeçmedi kavgasından. Ezilmedi, yılmadı, geri çekilmedi. 71’de Deniz’ler idam sehpasına gönderildiğinde, Ulaş Arnavutköy’de vurulduğunda, Mahir ve arkadaşları Kızıldere’de katledildiğinde canımız alındı ama inançlarımız onların ışığıyla perçinlendi.

12 Eylül 1980’de binlerce insan işinden edildi, onbinlerce insan tutuklandı, işkenceye maruz kaldı. 12 Eylül zulmünden sadece 11 yıl sonra 100 bin maden işçisi Zonguldak’tan Ankara’ya Büyük Madenci Yürüyüşü’nü başlattı. 94, 95, 96’da üniversiteliler 12 Eylül ürünü YÖK ve onun üniversitelerdeki bekçilerine kampüsleri dar ettiler. Üniversite öğrencileri binlerce yılla yargılandılar, bu sefer lise öğrencileri isyanı devraldı. Sıra sıra dizilmiş gençler, kadınlar, yaşlılar, LGBTİ’ler, farklı inançtan farklı aidiyetlerden milyonlar, tüm Türkiye’de Gezi isyanında yılmadan direndi.

kendini-anlamak-184905-1.Bugün 12 Eylül’ün yarattığı canavar da kendi canavarını yaratmış 15 Temmuz mağduru! Ergenekon’un, Balyoz’un mimarı, gizli tanıklar, deli seçmesi yalanlar, kurgularla demokratları, kendilerine muhalefet edenleri yok etmek için kolları sıvayanlar “aldatıldık” diyorlar. OHAL fırsatıyla yine “benden değilsen yok edilmelisin” anlayışı devreye sokularak toplumsal muhalefetin tüm unsurları, sendikalar, solcular, devrimciler, demokratlar, Atatürkçüler hedefe koyuluyor. Uğur Mumcu cinayetini, Sivas Katliamını Ergenekon çuvalına koymaya çalışıp torba yasalarla Bahçelievler katilleri örneğinde olduğu gibi katilleri serbest bırakıp, insanlık suçlarında zaman aşımını devreye alıp alkışlayanlar, bu kez de karanlıkta ve adaletsiz kalan tüm olayları “paralel yapıya” bağlama kararlığında görünüyor. “Ben bilmem FETÖ bilir.”

Bugün Kanun Hükmünde Kararname’lerle 44 akademisyen işinden edildi. 11 bin 285 öğretmen tek kalemde açığa alındı. Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay tutuklandı. Gazeteciler susturuldu. Tiyatrocular, sanat hedef alındı. Hepsi bu toprakların evlatları, bu yurdun çocukları, bu Cumhuriyet’in yurttaşları. Kocaeli Üniversitesi’nde işine son verilen 19 akademisyen Kocaeli’ni terketmeyeceklerini ve orada bir ofis tutup çalışmalarını bu ofiste sürdüreceklerini açıkladılar. Kaçtılar mı? Hayır. Onurlu duruşlarıyla dimdik ayaktalar. Yürekleri onlarla çarpan milyonlar da yanlarında… Yarın daha da artacak bu sayı. Bu karanlık günler de geçecek elbet. Bu ülkenin dokusunu anlamayanlar, bu Cumhuriyet’in ilmek ilmek işlediği yurttaşlık bilincini kavramayanlar KHK terörünün hiç bitmeyeceğini sanıyorlar. Onlar, tarihin iktidar oldukları gün başladığını sanıyor, ülkeyi tamamen yeniden kurduklarını düşünüyorlar. Oysa bu ülkenin üzerine inşa edildiği temel sapasağlam duruyor, duracak da. İnsanların kalbinden ve beyninden Atatürk ve Cumhuriyet; ilericilik ve çağdaşlık; özgürlük ve bağımsızlık; laiklik ve demokrasi tamamen silinip atılamaz. Kimse boş yere hayaller kurmasın. Bir kişi kalsa bile bu kavga sürecek.

Bu ülkenin ilericileri, özgürlükçüleri, laikleri, barış savunucularının yazgısında sistemin çarklarına çomak sokmak, sistemin de yazgısında bu insanlara savaş açmak var. Sinmeyeceklerine olan inancım, evlatları bir otelde yakılan annelerin mücadelesinde, iki hafta sonra 600. kez kayıpları için seslenecek olan Cumartesi Anneleri’nin direnişinde, eğitim emekçilerinin 50 yıllık mücadele geçmişinde, Gezi direnişinin aydınlık çocuklarının inancında, 7 Haziran’ın Gezi’yi anlayan sandıklarında gizli.

Bu günler geçecek... Bu karanlıkla, bağımsız yargı ve insan hakları çerçevesinde mutlaka hesaplaşacağız. Kimler geldi, kimler geçti… Kimileri kendini sultan sandı, kimileri ebedi diktatör... Darbelerle can alanlar, cenazelerini uğurlayacak insan bulamadılar. Bu ülke bizim, biz kurduk bu Cumhuriyet’i. Cumhuriyet’in eşit, özgür, adil, çağdaş, demokratik ve laik Türkiye’si, birbirimizi anlayan, bizden olmayana yapılan zulme itiraz eden, farklı düşüncelere amasız, fakatsız özgürlük isteyen, katılmasak da savunmayı içselleştiren bizlerin. Yeter ki eşitlik, özgürlük, adalet, demokrasi, laiklik ve barış mücadelesinden pes etmeyelim. Toroslar’da İnce Memed’i, Samsun’da Mustafa Kemal’i, Küba’da Che Guevera’yı, Santiago’da Victor Jara’yı, Gezi’nin çocuklarını hatırlayalım.

Bu utanç günlerinden aydınlık yarınlara birey olmanın gücünü, tek tek sözümüzün kıymetini, bir mağdurun elinden tutmanın iyiliğini kavrayan kollektif umudumuzla kavuşacağız. Yalnız kalmamak için yalnız bırakmamak gerek. Gelecek ancak geçmişin kazanımlarına çıkar gütmeden katkı yaparak, yenilenerek kurulur. Bir kişinin bile yapabileceklerini unutmadan kendi gerçeklerimizin, geçmişimizin kim olduğumuzu belirlediğini unutmadan azaltıp, yok edene karşı çoğalıp paylaşarak direneceğiz.

“Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim,” dedin,**
bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim ülkede.

Yeni bir ülke bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda
dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de…

*Ya yeni bir yol bulacağız ya yeni bir yol yapacağız - Hannibal Barca

** Şehir - Konstantinos Kavafis