Kendini bilmek veya tanımak, giderek tuhaf bir bencillikle bitişiyor. ‘Kendi olmak’, ‘kendi işine bakmak’, ‘etliye sütlüye karışmamak’ ve giderek tuhaf bir ‘kerameti kendinden menkul’ hali…

‘Kendini Bilmek’ ve ‘Narsistin Nar’ı

Aydın Afacan

Zaman hızlı akıyor. Akıyor evet, Antonio Tabucchi’nin dediği gibi ‘hızla yaşlanıyor’ mu, başka bir ‘dönüşüm’le mi akıyor, bunu tam anlamıyla tespit etmek güç. Pandeminin kültürde ve insan davranışlarında ne ölçüde etkili olduğunu söylemek zor ama birtakım değişmelere yol açtığı da kesin. İnsanı hem olumlu hem de olumsuz açılardan kendine döndürdüğü de kesin! İnsanın yalnızca kendiyle meşgul olması ne demektir? Kalabalıklar içinde ‘kendi başına kalmak’ nasıl bir şeydir? ‘Kendini bilmek’, ‘hep kendine dönük’ olmak mıdır? Diğer yandan meşhur adıyla narsisizm, ‘daha ziyade’ sosyolojik bir olgu olma yönünde ilerlemiyor mu?

‘Sen kendini bilmezsin…’

Yunus Emre, ünlü dizelerinde “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır” der ama Eski Yunan’ın efsanevi kör kâhini Tiresias, ‘kendini bilme’nin bir tehlikesine Narkissos üzerinden işaret etmiştir. İnsandaki ‘bilinen’ eğilime adı verilen Narkissos’un efsanesi kısaca şöyle: Irmak tanrısı Kephissos ile ırmak nymphesi Liriope’nin yakışıklı oğlu Narkissos, kendisine âşık olan nymphe Ekho’yu hor görüp aşkına karşılık vermediği için cezalandırılır. Kaçarken, ormanda bir pınardan su içmeye eğilir ve sudaki görüntüsüne âşık olur. Görüntüsüne duyduğu dindirilemez bir arzu ve özlemle pınarın başında erir ve yerinde kendi adını taşıyan bir çiçek (nergis) açar... Ovidius’un aktardığı bu efsanedeki ilginç vurgulardan biri şöyledir: Annesi Liriope oğlunun uzun yaşayıp yaşamayacağını sorunca kâhin Tiresias, “kendini bilmezse” diyerek karşılık verir. Ovidius, Dönüşümler’in III. kitabında bu durumu şu dizelerle aktarır: “… Narcissus olarak adlandırdı. Bu bebek hakkında/ ‘Kemale erip, yaşlılık zamanını görecek mi?’ diye sorulan gaybın bilicisi, ‘Kendini bilmezse’ dedi.” (çev. A. C. Abuagla).

Yunus’un ‘kendini bilmesi’, söz yerindeyse ‘sosyal çevre’ üzerinden veya kendi sınırları açısından kişiye yönelen bir vurgudur. Kendini bilmek, ‘ilim bilmek’ ile birlikte vardır. Peki, ‘kendini bilmek’ neden sorun olsun? Yunan bilgenin vurguladığı, bu bilmenin vardığı ‘kendine hayranlık’ derecesi miydi yalnızca? ‘Kendi’nin keşfine yönelme bir tür ‘ruhsal bozukluk’ olarak nitelendirilebilir mi? İnsanlarda çeşitli biçimde gözlenen narsistik eğilimlerin hangi açıdan ‘normal’ veya ‘anormal’ sayılabileceği Freud’dan beri sorunsallaştırılan bir konudur. Öyle ki, bazı konularda indirgeyici olmaktan kaçınmayan Freud, ‘narsisizm’ konusuna ihtiyatla yaklaşır. Ama sonuçta ‘normal’ eğilimlerden bir ‘sapma’ olarak nitelenir... Zamanımızda durum biraz daha farklı görünüyor. ‘Herkeste bir parça var’ olması başka bir şeydir, ama örneğin eğitim ortamlarında özellikle göze çarpan yaygın olgulardan biri gibidir. Kendini bilmek veya tanımak, giderek tuhaf bir bencillikle bitişiyor. ‘Kendi olmak’, ‘kendi işine bakmak’, ‘etliye sütlüye karışmamak’ ve giderek tuhaf bir ‘kerameti kendinden menkul’ hali…

Gelecek körlüğü…

Kendini bilmenin tuhaf yönlerinden biri de geleceğe ilişkin beklenti ufkunun ya iyice sınırlanması ya da silinmeye yüz tutmasıdır. Kuşkusuz ki, bunun birçok nedeni var, en azından ülkemize bakıldığında. Artık yoğun biçimde dille getirilen ilaç kullanımın söz konusu eğilimle bir ilgisi yok mudur? ‘Kendini bilme’nin, yalnızca kendini korumaya, yalıtmaya hatta ‘dışarıya karşı’ uyuşturmaya dönüşmesi neyin işaretidir? Narsisizmin sanatçı, sanatsal yaratıcılık, diğer alanlardaki başarılar vb. dinamikler açısından ayrı bir inceleme konusudur ki çok işlendiği de bilinir. Bu yönleri bir yana narsisizmin düşünsel zayıflıklar, yalnızlık halleri, her yönden sıradanlaşma belirtileri, gündelik pratiklerde başarısızlık, bazı temel sorumlulukları bile ‘yük’ olarak görme eğilimleri ile buluşan ilginç hatta bazı açılardan paradoksal olarak değerlendirilebilecek tarafları da söz konusudur. Peki, bu ‘korunma içgüdüsünden kaynaklı egoizmin libidinal bütünleyicisinin’ sınırları nerededir? Başka bir açıdan ‘popüler kültür’ alanına yaklaşan bir soru: ‘Carpe diem’ nereye kadar götürebilir bir insanı? ‘Şimdi ve burada’ olmanın konforu ne kadar sürebilir?

Narsisizme ‘uyak’ olsun kısaca: Tuhaf bir ‘nar’ içinde hal-i pür melâlimiz, bu ateş nereye taşıyacak bizi, belirsiz…

***

Şiir 'paragrafı'

Bu haftanın konuğu Elif Sofya’nın ‘Demeter’ şiiri. Sofya, ‘Demeter’ ile Eski Yunan’ın en eski mevsim ve bereket mitoslarından birini, efsaneyi yerinden ederek başka bir bağlamda yeniden üretiyor. Batı’da ‘erkek-egemen’ zihniyetin yapısökümüne yönelmiş bazı feminist entelektüeller, şiir sanatının bu açıdan sahip olduğu olanakları iyi tespit ettiler. Bir yandan da özellikle Yunan mitoslarına saldırdılar: Irigaray, Cioux, Rich, Cavarero gibi adlar bu çabalarıyla hemen akla gelenler. Örneğin Demeter-Kore (Persephone) mitosu teorik açıdan irdelendiği gibi M. Rukeyser, H. Doolittle, S. Plath, Adrienne Rich gibi şairlerce de işlenmiştir. Bu mitostaki ‘anne-kız’ ilişkilerini odağa alan Şair Rich’in, anneliği ‘deneyim ve kurum’ olarak ayıran ‘Of Woman Born’ adlı önemli bir çalışması da mevcuttur. Sofya’nın şiiri de kısaca değinilen bu gelişmelerden esinler taşıyor olsa gerektir. Şairin Yunan mitologyasının çeşitli efsanelerinden izler taşıyan bu şiirinde Demeter-Kore mitosu ile doğrudan ilgili son dize, Helios-Phaeton mitosuna uzanan önceki dize ile birlikte bir bakıma şiirin ‘dramatik yük’ünü taşıyor. Narkissos efsanesine ilişkin çağrışımların ironiyle karışık dile geldiği ilk bölümden başlayarak ‘ölüm-yaşam’ ve mevsim döngüsüne mitolojik düşünceden esinle yaklaşmış. Şiirin bir başarısı da söz konusu mitik ögelerin mümkün olduğunca geriye itilmesidir ki bu çağrışım alanını da genişletiyor: ‘İki âsâ’nın mitlerden menkıbelere uzanan çağrışımları gibi. Kızı Hades tarafından ‘ölüm ülkesi’ne kaçırılan bereket tanrıçası Demeter’in öfkesi yeryüzünü ‘kış’a çevirse de ‘güneş hâlâ arabayla gezdiriliyor’:

Hayali suya eğilmiş, gülmüş
Orada hayali görülmüş.
Sarkaç duruyor, gözleri cam.
Bir daha ölmüş,
Bir daha ölüm eskiyen anlamıyla tarumar.

Basamakları dağıldı merdivenimin,
İki ince âsâ ile yürüyorum.
Yine de yolun sağı solu belli olmuyor.
Yine de yol ayak izlerimden azade.

Güneş hâlâ arabayla gezdiriliyor.
Hâlâ, bir anne kızından ayrılınca kış geliyor.