Ertesi gün cenazeye giderken sokakta çocuklar birbirlerine taş atıp “IŞİD bombası kaçııın” diye oyun oynuyorlardı. Abartmıyorum gerçekten Çağlayan’da patlayan bombadan sonra çocuklar böyle oyun oynuyor

Kendisi Albaydı

EFE SUBAŞI

Güneş binaların arasından kaybolurken Civelek Sokak’ta her şey normaldi. Dün geceki olayın şokunu herkes çabuk atlatmıştı veya dışardan öyle gözüküyordu. Güneş batarken Çağlayan’ın en işlek caddesi cıvıl cıvıl olur: İş yerlerinin günlük çöplerini kapının önüne çıkartan cılız çocukların sigara dumanı, tekstillerin paydosundan sonra yüzlerindeki ağdalı makyajla yürüyen işçi kızların arkasından edalı bir ahenkle batan güneşle birlikte süzülür. Bu saatler birileri için gün batımıyken birilerine göre mesai bitişidir. Çöplerin suları caddeyi boydan boya parlatır. Büfelerin son tavuk döner siparişlerini teslim etmeye giden motorlu kuryeler artistlik çalımlarla geçerler caddeden. Tekstillerin çöpe atılmış bez parçalarını sobada yakmak için toplayan kadınlar, manavda çürüğe ayrılmış meyveleri de toplayıp öyle bitirirler caddede turlarını. Mahallemiz geceye hazırlanırken ben dünkü olayın kesin konuşulacağı Yunus abinin kahvesinde neskafemi hüpletiyor göz ucuyla da televizyondaki Suriye operasyonu haberlerine bakıyordum.

Yan masada Suriyelilerin pür dikkat televizyona baktıklarını fark ettim. Anlamadığı bir dilde doğduğu topraklardaki çatışmaları izlemek nasıl bir histir acaba diye düşündüm. Bu arada ekranda bölgelere göre renklendirilmiş Suriye haritası gösteriliyordu. Mülteciler televizyona bakıp kendi aralarında arapça bir şeyler konuştular. Yunus abi boşları toplarken “abi bir haber var mı ?” diye sordum. “Yok” dedi Yunus abi. Sanki bu konunun açılmasını bekliyormuş gibi herkes bir anda dün geceki olay hakkında konuşmaya başladı. Altmış yaşlarında nur yüzlü bir adam söze daldı:

Ya kardeşim, vallahi de billahi de tillahi de ben üzülemedim. İyi olmuş da demiyorum bu işler büyük işler. CIA, MOSSAD, PYD, her şey olabilir.

Onun karşısındaki bu konu hakkında kesin yorum yapması gerektiğini hissetti nedense:

Yok be abi CIA değildir, belki MOSSAD olabilir tabi belli de olmaz.

“Herkesin birbirini tanıdığı bir kasabada devrim olurken bulunmadıysanız çoğu şeyi görmemişsiniz demektir” diyor Hemingway. Herkesin birbirini tanıdığı bir mahallede bomba patladığında bulunmadıysanız da çoğu şeyi görmediniz demektir. Dün gece Çağlayan’da bir ses bombası patladı. İki ay önce de mahallenin girişine bomba koymuşlardı hatta elektrik ustası bir esnaf çıkıp polislere “ben anlarım amirim yol verin çözeyim bu işi” demişti de polis izin vermemişti. Kontrollü olarak patlatılmıştı o bomba. Ancak dün gece maalesef önlenemedi ve Gül Pavyon'un önünde ses bombası patladı. Mahallemizin bilinen isimlerinden Albay Adıgüzel ağır yaralandı. Albay dediysem gerçekten albay değil. Prensip olarak albay. Adıgüzel abinin lâkabının albay olmasının nedeni arkadaşlarına ısmarladığı içkiler ve ödetmediği hesaplardan geliyordu. Kendince ehli keyf ve bonkör olan albay Gül Pavyon'un da müdavimlerindendi. Anlatılana göre bir konsomatrisle ilişkisi varmış. Şimdi burdan Gül Pavyon'un nasıl bir yer olduğunu, pavyondaki dramatik hayatları veya tutkulu aşkları anlatmayacağım. Çünkü bu hikayelerden sıkıldık. Sadece şunu söyleyebilirim: Şuan bulunduğum kahvehane sidik kokusu, sigara dumanı, ibrikten tüten buhar ve taş seslerinin birbirine karıştığı bir ortam. Bu ortama sahte bir kadın kahkahasıyla alkol eklediğiniz zaman Gül Pavyon'a dönüşüyor. Dün gece pavyonla aynı cadde üstündeki tombala oynatılan kumarhanede yaptığı beş çinkonun parasını ezmeye giderken patlamış bomba, albay tam kapıdan girecekken. Tombala oynatılan kumarhane de şöyle bir ortam: Pavyondaki ve kahvehanedeki sidik kokusunu azaltıp plazma televizyonlar ve top seçen bir makine eklediğiniz zaman kumarhane oluyor. Kahvedekilerin olay hakkında ileri geri konuşması kahveci Yunus’u sinirlendirmişti ama konu açılmıştı bir kere sol çaprazımdaki adam önündeki ganyan bültenini katlarken uzlaşmacı bir tavırla konuşmaya başladı:

Belki de pavyonun kendi iç meselesinden patladı olamaz mı Yunus abi?

Kendi iç meselesi olsa silah atarlardı, torpil mi bu kardeşim herkes patlatsın.

Biliyorum abi ben de ordaydım. Olaydan yarım saat önce geçtim ordan. Sesi de duydum ama bu dinamitçiler yaptı zannettim.

Adamın “dinamitçiler” dediği, metro inşaatı dolayısıyla düzenli olarak dinamit patlatıyorlar. Hatta ben de gece sesi duyduğumda dinamit patlattılar zannetmiştim. Ayrıca bu bomba kişisel bir husumetten dolayı patladıysa olay daha vahim demektir. Eskiden böyle anlaşmazlıklarda mekan taranırdı, artık bomba patlatılıyor. Çünkü son iki buçuk yılda bombanın ne demek olduğunu öğrendik. Tnt, eyp, parça tesirli bomba, amonyum nitrat, bilye, şüpheli paket gibi kelimelerin ne anlama geldiğini gayet iyi öğrendik. Sağolsunlar devlet dersimiz devam ediyor. Kahve kalabalıklaşıyor, olayı duyan herkes bir bir gelmeye başladı.

Veteranlar geldi, konu enine boyuna masaya yatırıldı. Bütün örgütler, istihbatrat servislerinin faaliyetleri, Gül Pavyonun stratejik önemi, en son albayın fetöcü olduğu ve bombayla bağlantısı olduğu bile konuşuldu. Sonra Adıgüzel albayın kişiliğinden, kadirşinaslığından bahsedildi. Eskiden sürekli Kumkapı’da hazır olan masası yâd edildi. Herkesin yüzüne hafif tebessümlü bir hüzün serpildi albaydan konuşurken. Tam bu sırada veteranlardan birinin telefonu çaldı. Acı haber gelmişti. Albay Adıgüzel vefat etmişti. Kahvehane bir anda buz kesti. Yunus abi ne yapacağını bilemedi, gitti televizyonu kapattı. Ben de telefonumun sesini kıstım. Sonra veteranlardan biri “iyi” dedi. “Albayım acı çekmeden gitti en azından.” Kimse isyan etmedi ama durumu da kabullenemedi. O gece Albay Adıgüzel’in veteranlar tarafından uzun uzun anılacağı belliydi. Daha fazla orda kalmak istemedim çıktım gittim Yunus abinin kahvesinden.

Ertesi gün cenazeye giderken sokakta çocuklar birbirlerine taş atıp “IŞİD bombası kaçııın” diye oyun oynuyorlardı. Abartmıyorum gerçekten Çağlayan’da patlayan bombadan sonra çocuklar böyle oyun oynuyor. Cenazeye gittim. Yakınlara başsağlığında bulundum. Cenaze seremonisi için cemaat oluşturacakken altı kişi tek sıra halinde bulunduğumuz avluya girdi. Gelenlerin yüzü ve gözleri kıpkırmızdı. Ellerinde “albayın dostları” yazan bir çelenkle yavaş yavaş musalla taşına doğru yürüdüler. Gelenler veteranlardı. Gece boyu albayı anıp içki içtikleri belliydi. Ezan okundu cemaat için saflar oluşturuldu. En önde albayın arkadaşları, veteranlar ve yakınları ben ikinci sıradaydım. Veteranların sırasından ağır bir alkol kokusu geliyordu ve esen rüzgarda bent olarak hafifçe sallanıyorlardı. Cemaat ve aile yakınları bu tavırdan rahatsız olmuştu ama kimse gerginlik çıkarmadı. Sonradan öğrendiğime göre gece her seferinde bir kadeh de albay için doldurulmuş. Kadehler tazelenirken albayın yerine de her biri içmiş, albaya kendilerince veda etmişlerdi. Şu an bulunduğumuz kısım teferruattı. Albaya olan haklarımızı helal ettik sela okundu derken imam cenaze prosedürü gereği “Er kişi niyetine” diye bağırdı.

Veteranlardan biri kafasını kaldırdı, “hocam hocam” dedi. “Yanlış olmasın, kendisi albaydı.”