Stavros Stavrides, kenti ona içkin toplumsal ilişkilenme biçimleri üzerinden bütün karmaşıklığıyla kavramanın, sermayeden kurtulmaya dönük mücadelemiz açısından kritik önemde olduğu düşüncesinden yola çıkıyor

Kent mekânını özgürleştirmek üzerine

SONER TORLAK

Son zamanlarda sosyal bilimlerde bir “mekânsal dönüş”ün söz konusu olduğunu dillendiren seslerin sayısı artıyor. Özellikle kentlerin kamusal mekânlarının neoliberalizm üzerinden daha sert ve süreklilik içeren biçimde tahrip edilmesi ve kent mekânının doğrudan metalaştırılıp sermayenin açık saldırısıyla karşı karşıya gelmesi, artık vakay-ı adiyeden sayılıyor. Buna dönük toplumsal yanıt, yer yer birer kent savaşına dönüşen kendiliğinden ve örgütlü direnişler ile toplumsal hareketlerin düşünce evreninde kenti sermayenin elinden kurtarmaya dönük kayda değer bir ideolojik ve politik cephanenin birikmesi olarak görünüyor.


Neoliberal yeni çitleme girişimlerine karşı düşünce/teori alanında da ciddi eleştirel meydan okumalar mevcut. Henri Lefebvre ve Manuel Castells gibi doğrudan kent siyaseti üzerine yazmış olan düşünürlerin yeniden eleştirel okumalarının yapılmasının yanı sıra Althusser, Gramsci ve Foucault gibi pek çok düşünürün teorik çerçeveleri de son zamanlarda bir tür “mekânsal okuma”ya konu oluyor.

Müşterekler ve ‘heterotopya’ düşüncesi
Mekân literatürünün son yıllarda fazlasıyla belirginleştirdiği patikalardan biri, kamusal mekândaki toplumsal ilişkilerin nasıl işlediğini çözümlemek yoluyla bu mekânları toplumsal praksis yoluyla sermayenin gazabından kurtararak müşterek ve yaratıcı biçimde kullanmanın nasıl mümkün olduğuna dönük tartışma. Bu tartışmanın yine son yıllarda oldukça güçlü bir teorik çerçeve çizen düşünürlerinden biri ise Stavros Stavrides.
Stavrides’in Sel Yayınları’nın KentSel dizisi dahilinde Ali Karatay’ın harika çevirisiyle yayımlanan Kentsel Heterotopya: Özgürleşme Mekânı Olarak Eşikler Kentine Doğru, bahsettiğimiz tartışmaya dönük güçlü bir teorik ve politik metin. Stavrides, kenti ona içkin toplumsal ilişkilenme biçimleri üzerinden bütün karmaşıklığıyla kavramanın, sermayeden kurtulmaya dönük mücadelemiz açısından kritik önemde olduğu düşüncesinden yola çıkıyor.
Kenti, toplumsal kimliklerin karşılaştığı, melezlendiği, paylaşımda bulunduğu, çatıştığı bir fiili ve kurgusal mekân olarak kavramamakla işe başlayan Stavrides, toplumsal mekânı sürekli belirli bir düzende olma hali üzerinden düşünmekten vazgeçmeyi, bu türden düşünmenin belirli hegemonik momentleri kalıcı kabul ettiğini ve hegemonyayı tarihe açık bir süreç kılan “değişim dinamiğini” göz ardı ettiğini ileri sürüyor.
Stavrides, Edward Soja, Benjamin Hetherington, Manfredo Tafuri ve Michel Foucault’nun düşüncelerini kat ederek sürdürdüğü “heterotopya” tartışmasında, heterotopyaları, ötekilik alanları olarak değil, ötekiliğe açılan geçitler olarak düşünmeyi teklif ediyor. Stavrides, bir geçit olarak heterotopyaların “olan biten her şeyin belirli bir istikamete sahip olmaksızın önceki düzenden ayrıldığı, hareket halindeki yerler” olduğunu ileri sürüyor.
Stavrides bu noktadan hareketle, farklı toplumsal kesimlerin yaşam alanları arasında öğretici, terbiye edici, farkına vardırıcı karşılaşmaları mümkün kılan heterotopyaların, diğer kimliklere kesin geçişler olmaksızın yeni toplumsal maskelerin ve yeni toplumsal rollerin birer prova alanı olarak görülmesi gerektiğine ulaşıyor. Bu yoldan alınan bir “adap”, Stavrides’e göre, disipline edici iktidarın panoptik gözetime olan bağımlılığının yol açtığı, onun görünen şeyi var olan şeyle özdeşleştirme hatasına düşüren durumu kısa devre yaptırmaya da olanak sağlar. Heterotopyalardaki başka bir görünüşe bürünme sanatı, bu anlamda, toplumsal açıdan son derece önem taşıyan ötekiliğe ziyaretin, “gibi davranmanın” itici gücü haline gelebilecektir.

Adacıklara karşı heterotopyalar
Stavrides’in “kentsel heterotopya” kavramsallaştırmasının kritik bileşenlerinden biri de “eşikler kenti” düşüncesi kuşkusuz. Stavrides, tam güvenlikli kentsel adacıklar üzerinden formüle edilen burjuva ütopyasına ve sol düşüncede sıklıkla dillendirilen, kentin geri kalanına karşı savunulacak müstahkem mevkiler olarak getto düşüncesine bir arada karşı çıkıyor. Bunun yerine ise, kontrol noktalarıyla “güvenlikli” kılınan şehrin “geçirgen gözenekli kamusal alan heterotopyaları” eliyle yıpratıldığı bir geçiş tasavvur ediyor.
Hemen söyleyelim; Stavrides burada tarihin tekerleğinin bu doğrultuda döndüğünü ileri sürmüyor; aksine, muktedir teknolojileriyle parçalı yapısı korunmaya çalışılan şehrin, halihazırda kamusal mekânda işleyen öteki ile karşılaşmalar yoluyla farklı biçimlerde bir araya getirilebildiğini ve şehrin kurtuluşunun da buralarda bir yerlerde olabileceğini ileri sürüyor. Yani Stavrides, dört başı mamur bir politik stratejiden ziyade bir “olasılıklar evreni”nden söz açıyor.

Mücadelenin kolektifliği ve ‘kurtuluş’
Stavrides’in müşterekleri benzerlikler üzerinden değil, farklılıkların, ötekiliklerin karşılaşması üzerinden tanımlaması, onun düşüncesinde, kurtuluşçu mücadelelerin görevinin sadece “ne yapmalı?” değil, aynı zamanda “nasıl yapmalı?” ve “kim yapmalı?” sorularına da yanıt vermesi gerektiği düşüncesine uzanıyor.
Burada Stavrides’in önerisi, yine de muğlaklığını korumakla birlikte, militan öncü toplumsal hareketlerin, verilecek son kavgaya dek kendi ilkelerinin doğrulanmasına değil, toplumun ritmine uygun biçimde ortaya çıkmış olan yeni toplumsal ilişkiler yapısıyla uyumlu hale getirilmesi. Stavrides’in kafasındaki kritik soru ise şu: “Bir grup, bir kolektivite ya da bir topluluk olarak, değerlerimizi ve düşüncelerimizi, mücadelemizi yürütmeyi tercih ettiğimiz biçime uyumlu kılarak yansıtabiliyor muyuz?” Stavrides, buradan, bugünün toplumundan farklı bir topluma ulaşma niyetimiz varsa, “öncülük” kavramını artık rafa kaldırmamız gerektiğini; yeni olanı kuracak olanın yeni toplumsal ilişkilerin ruhuna uygun yeni toplumsal örgütlenme biçimleri olduğunu ileri sürüyor.
Stavrides’in Kentsel Heterotopya’sına dönük söylenecek ve tartışılacak çok şey var fakat şimdilik yerimiz elverdiğince değineceğimiz noktalar bunlar. Kentsel Heterotopya’nın mekân siyaseti literatürüne kapsamlı ve özgün bir katkı olduğu muhakkak.