Kent; ritim üzerine ritim; ritimlerin iç içe geçtiği bir kakofoni. İçindeyken, çok da ayırdına varmadan ritimlerle oradan oraya sürüklenirdik. Sonra yeni bir ritim girdi hayatımıza, virüsün ritmi. Ve yeni ritme ayak uydurabilmek için evlere çekildik. Pencerelerimizin kadrajından seyrediyoruz kenti. Italo Calvino olsaydı, “Kent, hâlâ o kent; sizler ise bir hiçsiniz” derdi. Bizler olmasak da kent hâlâ bir ritimler denizi. Henri Lefebvre, kentin ritimlerini ayırt etmek için en uygun yerin balkon ya da pencere olduğunu söylüyor. Pandemi sürecinde zamanının çoğunu evde geçirenler şanslı; ritimleri çözümleyebilecek konumdasınız. Ne çok ritim kayboldu hayatımızdan, eksildik. Mekânlarda karşılaştığımız bedenlerle, nesnelerle birlikte salındığımız ritimler; her cisim bir ritimler yumağı. Kimi zaman sevinçle devindiğimiz, kimi zaman kederden kahrolduğumuz ritimlerin dışına çıktığımıza göre şimdi ritimleri analiz edebiliriz: “Tam olarak bir nesne olmayan bu uçup giden nesneyi (ritimleri) kavrayabilmek için, kendini aynı anda içeride ve dışarıda konumlandırmak gerekir... Balkon yoksa bir pencereyle idare edebilirsiniz” (Ritimanaliz, Sel). Mecburen, her ikisiyle de idare ediyoruz.

Tek tek organların ritimlerinden oluşmuş bedenlerimizin içsel ritmini normalde fark etmeyiz bile. Ancak bir aksaklık, bir hastalık durumunda, ritimler değişince bedensel ritimlerin ayırdına varıyoruz. O yüzden Lefebvre analiz ile patoloji arasında bir yakınlık olduğunu söylüyor; her ikisi de dışsallık yaratarak analitik aklın işlemesini sağlıyor: “Ritimleri kavrayabilmek ve analiz etmek için ritimlerin dışına çıkmak gerekir ama tamamen değil; ya hastalık ya da bir teknik sayesinde dışarı çıkmak.” Bizleri toplumsal bedenin dışına çıkaran patolojik durumu bir analiz tekniğine çevirebilir ve kentin ritimlerini ayırt edebiliriz. Orhan Veli kenti gözleri kapalı dinlememizi öneriyordu. Görme duyusu o kadar baskın ki ritimleri işitmemizi engelleyebiliyor. Kapatalım o hâlde gözlerimizi. Stetoskopumuzu kentin sırtına dayayıp dinleyelim, bir hekim gibi.

Gözlerinizi kapatmak yetmiyor, TV’yi de kapatmak gerek. İçerideki açık ekrandan gelen sesler, Yevgeni Zamyatin’in distopik romanı ‘Biz’i aratmıyor: “Müzik fabrikasının borazanları her zamanki gibi Tek Devlet Marşı’nı çalıyordu. Sayılar, göğüslerindeki altın rozetlerinde devlet numaralarını taşıyan gök mavisi üniformaları içinde yüzlerce, binlerce Sayı, dörtlü sıra düzeninde, marşa uygun adım yürüyordu” (Versus). Borazanlar, yaşamın ritimlerini bastırmak içindir. Kapatmak için, düğmelerine basmanız yeterli. Şimdi kentin ritimlerini dinleyebiliriz. Kanat çırpışları duyuyorum, çok yakınımda. Balkondaki saksıya yuva yapmış kumrular nöbet değiştiriyor olmalı. Bir haftadır erkek ve dişi, nöbetleşe kuluçkaya yatıyordu. Yaşamı savunmak ve çoğaltmak gerek, yumurtalara özen göstermek. Yumurtalar içlerinde, doğmakta olanın ritmini saklıyor. Uzaklardan Metalica’nın ‘Master of Puppets’ (Kuklaların Efendisi) parçası çalınıyor kulağıma: “İhtiras oyununun sonu, dağılıp gidiyor her şey yavaş yavaş”. Dağılıp gitmekte olanın ritmi ile gelmekte olanın ritmi, kanat sesleri birbirine karışıyor. Ve kanat seslerinin giderek trampet ritimlerine dönüştüğünü fark ediyorum. Karşı binalarda açık ekranlar çarpıyor gözüme; karşılarındaki Sayılar ne kanat ne de trampet seslerini işittiler; sadece borazanları.

Gelmekte olan; sayıya, ölçüye sığmayan yaşamın ritmidir; Oskar’ların teneke trampetleri. Oskar, Günter Grass’ın 1959 tarihli romanı ‘Teneke Trampet’in kahramanı. Yetişkinlerin acınası dünyasına katılmak istemeyen, büyümeyi reddetmiş ve trampet çalmayı dehşetli seven bir çocuk; içimizdeki yaşam sevinci. Borazancı başının bir işaretiyle hep birlikte ötmeye başlayan borazanlarını ve çaldıkları marşla, ölüm sever Sayıların faşizme doğru uygun adım yürüyüşlerini ancak Oskar’ların doğaçlama ritimleri dağıtabilir. Volker Schlöndorff’un yönettiği Teneke Trampet (1979) filminin bir sahnesinde Oskar’ı, Nazilerin resmigeçitini darmadağın ederken görürsünüz; yaptığı tek şey, trampetini çalmak. Kentin arterlerine Sayıları yığmışlar; kentin kılcal damarlarına kulak kesilmeli. İçinizdeki teneke trampetin sesini işitiyor musunuz? Yaşamın ele geçmez, asi ritimlerini?