Çocukların çok sevdiği bir kurgu var bu kitapta; iyiler kötülere karşı birleşmişler! Bu kez korunacak olan minik bir ev ve çocukluk anılarını kaybetmek istemeyen bir çocuk.

Kentler dönüşmeden anılar kaybolmadan önce dayanışma gerek

NİL CİHAN

İki çocuğumun elinden tutmuş yürüyorum. Hemen yokuşun aşağısında sağa döner dönmez küçük bir sokak var. İçine girer girmez sağda evler, solda da hafif hafif akan bir ırmak ve ağaçların tünel yaptığı gölgeli ışıklı bir yol… Sokağın ortasına varınca görünmeye başlıyor salıncaklar, kaydırak ve tahterevalli. Aynı salıncak mı yoksa? Hiç eskimemiş olamaz 35 yıl sonra bile!

Çocukluğumun bir kısmının geçtiği yerde 35 yıl sonra bile her şeyi yerli yerinde bulmamın yaşattığı heyecan inanılmazdı doğrusu. Ama çocukluğumun başka bir kısmının geçtiği başka bir şehiri ziyaret ettiğimde gördüğüm değişiklikler zihnimi allak bullak edip beni çaresiz hissettirmişti. Neredeydi ilkokulumun köşesinden dönerkenki fırın? Ya da bizim eski ev? Ben küçükken burada bahçeli bir apartman vardı. Gençliğimin her türlü heyecanına tanık olmuş Ankara'mın, İstanbul'umun uğradığı değişimler ise kalbimi sızlatıyor. Çaresizlik hissim, daha yetişkinlere ait bir his olan öfkeye dönüşüyor ne yazık ki…


Kentsel dönüşüm, anılarımız, mekân ve insan, plazalar, müteahhitler aslında çocukların hiç de hayatında olmayan, onların hayal dünyalarında ve oyunlarında yer almayan kavramlar. Bu konuları çocuklarla konuşmayız. Çünkü onları hep iyiye, güzele ve adaletli olana yönlendirmek; insan aklının almak istemediği bazı sapmalara da mesafeli kılmak isteriz. “Çünkü yavrum, dünya aslında güzel bir yer, yeter ki biz insanı sevelim, onu yükselten her değeri koruyalım. Bakma sen şimdi böyle, eskiden daha iyiydi…” demek zor geliyor. Çakıltaşı da işte böyle iyiyi ve güzeli anlatmak için kaleme alınmış bir hikâye. Çakıltaşı, yani hikâyemizin kahramanı sahibi olan nine ve onun torunu Doğa’yla mutlu mesut yaşamaktadır. Ancak nine gökyüzüne uçunca Doğa’nın doğduğundan beri anılarını biriktirdiği Çakıltaşı’nın acı sonu belli olur. Zaten bir süredir çevresindeki devasa binaların ve canavar ağızlı makinelerin arasında kendini yalnız hissetmektedir. Her şey çok hızlı gelişir. Ev satılır, yıkım ekibiyle anlaşılır, müteahhitler ellerini sıvazlar… Ama hızlı gelişen bir şey daha vardır: Dayanışma. Çakıltaşı’nın yıkılacağını öğrenen sığırcıklar hemen Çakıltaşı’nı kurtarmak için harekete geçerler. Uzak ülkeler kadar uçabilen sığırcıklar, Galata Kulesi’ne Kız Kulesi’ne, Pisa Kulesi’ne, Piramitlere, Tac Mahal’e ve en sonunda Çin Seddi’ne gider ve Çakıltaşı’nın başının belada olduğunu, onu hemen kurtarmaları gerektiğini söyler. Bütün bu tarihsel yapılar, yılların hikâyesini taşıyarak gelir Çakıltaşı’nın yanına ve demir dişli canavarlara seslenirler. Pisa Kulesi şöyle der mesela: “Sanma yaşlı oluşumdan belimin büküklüğü, ben doğuştan böyleyim işte. Ama yine de beni yaşattılar çabayla, emekle. Yok edip yıkmak yerine.” Piramitler de şöyle destekler kulenin sözünü: “Taşların içinde büyük sırlar var, araştırıp öğrenirsen sen de, anlarsın binaların duvardan ibaret olmadığını, sakladığını insan hikâyelerini içlerinde.” İçlerinden en bilge olan Çin Seddi de yıkıma alet olmamaları için demir dişli canavarlara şöyle der: “Nasıl ki biz taşıyoruz tarihin izlerini üzerimizde; Doğa’nın hikâyeleri gizli Çakıltaşı’nın her bir köşesinde. Yaşarsa Çakıltaşı anlatacak bütün anılarını ona, paylaşacak belki Doğa’nın minik bebekleriyle de…”

Sezin Mavioğlu’nun ince ince düşünülmüş hikâyesi çok zor bir konunun çocukların hayal dünyasına girmesine olanak sağlıyor. Volkan Akmeşe’nin çizimleri de o hüzün, neşe ve anı biriktiren yapıların hayatımızda ne denli önemli yer tuttuklarını ifadeleriyle gösterir nitelikte…