“Öteki” olmak sosyoloji literatüründe hakim kimlikten farklı ya da onun dışında kalma haline işaret eder. Dışarıda kalmak çoğu kez bir sorundur ve bu nedenle tasfiyeyi amaçlayan politik tercihlerin konusu olmuştur. Bu durum özellikle modern devletler için geçerlidir, çünkü dünya coğrafyasının ulus devletler arasında paylaştırılması, kaçınılmaz olarak çok sayıda kimliğin dışarıda kalmasına neden olmuştur. Hemen tüm ülkelerdeki etnik gerilimler ve çatışmalar da bu sürecin bir neticesi ve ürünüdür.

Modern dünyanın “ötekileri” içerisinde Romanların durumu ise benzerlerine göre daha ayrıksı bir yer oluşturur. Çünkü Romanlar, her ulus devletin kendi ötekilerinin yanında bir ortak öteki olarak da kodlanmışlardır. Nitekim çok sayıda ulus devlet, kendi vatandaşlık yasalarında onları iktisadi, politik, kültürel vb. gerekçelerle dışarıda bırakmıştır. Bununla da yetinmemiş eğer başka bir ülkeden geleceklerse kesinlikle kabul edilmeyecek gruplar içinde saymıştır. Romanlara yönelik uygulanan politikalar konusunda ulus devletler arasında bir mutabakat inşa edildiği için, bu durum her devletin kendi içinde bu topluluklara karşı çoğu kez sert ve dışlayıcı müdahalelerini de kolaylaştırmıştır.

Tarihi tecrübelerin gösterdiği gibi son Osmanlı ve Cumhuriyet’in modernleşme denemelerinde Türkiye’nin Romanlara karşı geliştirdiği politikalar bu genel eğilime uygun olmuştur. İskân yasalarında ve talimatnamelerinde bazen Kıptiler ve Çingeneler olarak anılan bu topluluklar, hemen hemen aynı yaklaşımlara konu olarak ilgili yasalarda yer almışlardır. Nitekim Türkiye, 1934 yılında çıkardığı 2510 Sayılı İskan Kanununda, ülkeye kesinlikle kabul edilmeyecek grupları belirlerken “anarşistler” ve “casuslar”la birlikte “göçebe Çingeneler”i de saymıştır. Romanların kesinlikle ülkeye alınmayacak bir kimlik grubu olarak tarif edilmesinde olduğu gibi “anarşistler” ve “casuslarla” aynı grup içinde sayılması da adeta normal kabul edilmiştir. Ancak Türkiye’nin yerleşik Romanları vardı. Yani bu coğrafyanın kadim halklarından biri olarak yerli Romanların durumu da ilgili yasanın TBMM deki görüşmeleri sırasında gündeme gelmiştir. Zira onlardan da rahatsızlık duyuluyordu. “Türk tabiiyetindeki Çingeneler uygun yerlerde ikamet ettirilir, yabancı tabiiyetinde olanlar sınırdışı edilir” şeklindeki 5. madde üzerine söz alan Burdur Milletvekili Hüseyin Baki Bey “Daha altı ay önce Türk tabiiyetine geçen Çingeneler var. Geçtiler, ama kötülüklerini sürdürüyorlar, bu geçiş tarihine bir sınır koymak gerekir” demişti. Aydın Milletvekili Tahsin ise ”bunlar, tabiiyetleri onaylanmış, her türlü kötülüğü yapan İran Çingeneleridir, bunları kovmak gerekir” şeklinde görüş bildirmişti.

Dışlama politikalarının temelini oluşturan bu politik iklim, hep devam etmiştir aslında. O kadar ki 21. yüzyıla girerken kentsel alanların, sermaye icin yeniden üretildiği dönemde de yine bu toplulukların mahalleleri hedef haline gelmiştir. Mesela İstanbul’da Sulukule onlardan biriydi ve AKP dönemindeki kentsel dönüşüm uygulamalarının ilk hedefleri arasında yer almıştı. Kenti yenileme, dönüştürme, güzelleştirme söylemi ile Sulukule’nin derme-çatma hali yan yana konularak, dönüşüme karşı direnme dinamikleri de yumuşatılmıştı. Sonuç tam olarak Kenya devleti kurucu başkanı Jomo Kenyatta’nın “Batılılar geldiğinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler, açtığımızda bizim elimizde İncil, onların ellerinde bizim topraklarımız vardı” ifadesindeki gibi olmuştu. Sulukuleli Romanlara, mahallenin yeniden inşa edileceği, güzelleşeceği ve burada daha insani bir hayat kurulacağı söylenmişti. Sulukuleliler de buna tanıklık etmişlerdi. Mahalle gerçekten de yıkılıp yeniden yapılmış ve “güzelleşmisti” ama sahipleri artık Romanlar değildi, yeni sahipleri vardı Sulukule’nin.

Modern dünyanın ayrımcılık üzerine kurulu sert ve dışlayıcı politika ve pratiklerinin her yerde olduğu gibi bu coğrafyada da Romanlar üzerinde çok olumsuz etkileri oldu. Bugün bunlarla gerçek ve köklü bir yüzleşme sadece o toplulukların değil, bütün ötekilerin de talebidir. Zira 1934 İskan Yasasında Romanları aşağılayan ifadeler bile hala yerinde duruyor.