Giderek sıklaşan biçimde kentlerimiz terör saldırılarının hedefi haline gelmiş bulunuyor. En son “niçin orada olmuyor” denilen İzmir, terörün hedefi oldu!
Görünen o ki önümüzdeki dönemde hem IŞİD hem de PKK büyük kentleri daha sık hedefleyecek. Dolayısıyla bu tespit doğruysa, büyük kentler açısından bugünler iyi günler olabilir. Çünkü her iki örgütte kentlere dışarıdan saldırmıyor; ülke içinde ve eylemlerin hedefi olan kentlerde azımsanmayacak güç ve desteğe sahipler.
Bu olumsuz koşullar dikkate alındığında, terör eylemlerinin hedefi haline gelen büyük kentler bu süreçten nasıl etkilenecek ve daha da önemlisi nasıl tepki verip, dönüşecekler soruları önem kazanıyor.

En kaba hatlarıyla verilecek tepki ve dönüşüm militarizasyon yönünde olacaktır. Yani devletten vatandaşa kadar uzanan geniş bir kesim, günlük yaşamı, mekânsal örgütlenmesi, hareket etme biçimleri ve kenti kullanımlarıyla güvenlik kaygısını öne çıkaran askeri bir mantığı içselleştirerek stratejiler geliştirip, hareket edecekler.
Devletin güvenlik kurumları bu yönde adımlar atıyor. Emniyete bağlı kamera sistemleri, mobeseler, elektronik denetleme sistemleri ile tüm diğer kamera ve izleme sistemleriyle bütünleştirilmesi öngörülüyor. Yeni sistemde otoban çıkışlarında ki OGS ve YGS’ler, Belediyelerin Ulaşım Koordinasyon Merkezi’nde kullandığı kameralar ile Jandarma ve Emniyetin Plaka Tanıma Sistemi arasında entegrasyon sağlanacağı söyleniyor.

Ayrıca, Akaryakıt istasyonlarının plaka kayıt sistemi ile AVM‘lerde ki güvenlik kameralarına yerleştirilecek plaka okuma sistemi de bu ortak sisteme entegre edilecek. Oluşturulan entegre sistem Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kullandığı bilgisayar sisteminden takip edilecek.

Bir başka biçimde koymak gerekirse, kentler belki artık kışlanın olduğu yer değil; ama kışlanın kendisi haline gelmek üzere!

AVM ve benzeri yerlerde alınan güvenlik önlemlerinin artırıldığı da hepimiz farkındayız. AVM’lerde çalışan güvenlik şirketlerinin kendisi de bir güvenlik soruşturmasından geçiriliyor; özel güvenlikçilerin hangi koşullarda silah kullanacağına dair de bir çalışma yapıldığı anlaşıyor.

Ancak bu dönüşüm sadece devlet ve bu türden kurumlarda yaşanmıyor. Büyük kentlerde yaşayan bireyin kendisinin de, hızla güvenlikçi-bireye doğru dönüşüşüne şahit oluyoruz. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da müzik dinleyen gencin elbisesinden taşan kabloların yarattığı panikle belediye otobüsünden atlayan yolcuları hatırlayınız! Metrolarda, bekleme noktalarında, kafelerde ve hatta yolda yürürken birbirini şüphe ile süzenlerin sayısının hiç de az olmadığını da hepimiz farkındayız. Güvenlik güçlerine terörist şikâyet etmek konusunda ise bir hayli yol alınmış görünüyor. Sokağa gönderdiği çocuğunun ardından yirmi kez telefon eden anne babalar arasında bu gazetenin okuyucuları (yazarları) da var.

Kuşkusuz bu sürecin asıl kaybedeni kamusallık ve kamusal insan olacak. Meydanlar, sokaklar, kafeler, eğlence yerleri artık insanların gitmek istemediği, gittiğinde de bir an önce terk etmek istediği yerler. Yani kent havası artık insanları özgürleştirmiyor; kaygı sahibi yapıyor.

Şu açık ki özellikle büyük kentler önümüzdeki dönemde militerleşme yönünde evrilecek. Bu dönüşüm bir çok açıdan ironik. Hepimizin gözlerin önünde 15 Temmuz sonrasında askeri birlikler kentlerin merkezi noktalarından, “bu çağda buralarda ne işleri var” denilerek tasfiye edildi. Ancak bunlar olurken, bir yandan da kentlerin kendisi bir bütün olarak askeri alana dönüşüp, askeri bir mantığa teslim oluyor.

Bir başka biçimde koymak gerekirse, kentler belki artık kışlanın olduğu yer değil; ama kışlanın kendisi haline gelmek üzere!