Kimileri için bir mana taşımasa da bazıları için adeta bir fetiştir günün öyküsünü okumak. Bazen bir tutkudur, kimi zaman da sadece bir meraktır. Kim bilir sevdiklerinin ölüm veya doğum günlerinden yola çıkılan bir serüvendir, belki de bir tür tarih koleksiyonculuğudur. Birçok hikâye kaybolsa da bazıları birikir, biriktikçe sapılan patikalar bambaşka diyarlara götürür.

Öyle günler vardır ki üzerine kalem oynatamazsınız. Takvimin o yaprağı pek önemsizdir. Fakat öyle günler vardır ki içinde kaybolur gidersiniz...

İşte 5 Şubat, futbolseverler tarafından bayram olarak kutlansa yeri. Neden mi...

Bir Yunan Tanrısı’nı andıran vücudu, aklın sınırlarını zorlayan  gücü, maç başına bir gol atması... Cristiano Ronaldo şüphesiz dünya futbolunun bugün Messi ile birlikte en önemli değeri. Kim bilir bazılarının gözünde Arjantinli meslektaşı iyiyi, o sanki kötüyü çağrıştırıyor. Oysa onların rekabeti bu oyuna gönül veren milyarları mest ediyor. Onlar da çıtayı adeta sonsuza çekiyor.

Portekizli yıldız bugün pastasındaki mumları üflüyor. Tabii kafa kâğıdında artık 30 yazıyor olması, uçup giden zamanı hatırlatıyor.

Uzağa gitmemeli, İber Yarımadası’nın sevimli ülkesinden devam etmeli. Aslında tanıdık öyküdür, Avrupa’da düşüşe geçen bir oyuncunun Atatürk Havalimanı’na ayak basması. Haliyle tüm kameralar ona çevrilir, kılığından kıyafetine her şey didik didik edilir. Bugün 29. yaşını kutlayan Manuel Fernandes de Türkiye’ye böyle gelmişti. Beşiktaşlıların bir zamanlarki gözbebeği kariyerine Lokomotif Moskova’da devam ediyor. Siyah-beyazlı tribünlerin ona karşı hisleri belki de akıllara bir kavramı düşürüyor: Eski sevgili!

Carlos Tevez... Yeşil sahaların biricik problem çocuğu. Neşesi yerindeyken yeryüzünün en büyüklerinden biri oluyor, kimi zaman da küstüm çiçeğini oynuyor. Artık 31 yaşındaki forvet, düşman Brezilya topraklarını da fethetmişti, çayın beşte içildiği muhafazakâr İngiltere’yi de. Hep de aynı filmi izletti; önce kahramandı, sonradan hain. Manchester’ın iki yakasında tango yaptıktan sonra Juventus’a transfer olan Carlitos, üç küsur yılın ardından milli takıma da geri dönmüş durumda. Dünya Kupası’nda oynasa, kim bilir Arjantin ezeli rakibinin topraklarında taçlanacaktı ya neyse...

Brezilya’nın şüphesiz en büyük umudu Neymar. Messi ve Cristiano Ronaldo’dan sonra dünyanın üçüncü harikası konumuna gelen forvet de bir 5 Şubat’ta doğmuştu. Ronaldo, Ronaldinho sonrasında tüm dünyayı peşinden hangi Sambacı koşturacak diyenlere cevap oldu. Barcelona’ya gitmesine şaşırmadık, Messi ile yeşil sahalarda adeta aşık atmasına alıştık. İnanması zor olsa da gol makinesi bugün 23. yaşını kutluyor; yaptıkları yapacaklarının teminatı oluyor.

Yok artık demeyin ve günün bize hediye ettiği emektarlarla devam edin.

Maldini, yıllardır tüm dünyada müseccel marka değil mi... İşte bu adı hafızalara kazıyan ilk adam, bugün 83 yaşında ve dimdik ayakta. Bazıları Cesare’yi Paolo’nun babası olarak tanımlasa da Milan ile dört lig, bir Şampiyon Kulüpler Kupası zaferi tadan kaptan camiada asla unutulmuyor. İkilinin 1998 Dünya Kupası’nda yaptığı ise tarih kitaplarını süslüyor. Baba İtalya’yı çalıştırırken, oğul takımın kaptanıydı.

Maldini demek Milan’da hanedan demek; şaşırmaya gerek yok torun da büyük yetenek!

5 Şubat 1910’da doğan Arjantinli yaşlı adamı sadece bu oyuna gönül verenler biliyordu. Martin Palermo Boca tarihinin en golcü oyuncusu unvanını ele geçirdiğinde, bir anda kitaplar açılmış, bir insan ömrü boyunca rekorun sahibi Francisco Varallo’nun adı öğrenilmişti. Yüz sene yaşayan futbol efsanesi, 4.5 yıl önce yeryüzünün her köşesinde haber olmuştu. Zira ilk Dünya Kupası finalinin son canlı tanığı da ölmüştü. Uruguay tarih kitaplarına geçerken, o da Tangocular için ter dökmüştü.

O, sarı-kırmızılı renklere gönül verenler için aşk demek. Bir camiayı ayağa kaldıranlardandı, kulübün tarihini baştan yazandı. Duran toplardaki ustalığı, bir sanat eserini andıran sol ayağı... Teknik adamlığı hayal kırıklığı olsa da o çimlerde öyle şeyler yapmıştı ki... Hagi’nin 50. yaşı kutlu olsun!

Yıl 1989... Galatasaray ile Steaua Bükreş’in Şampiyon Kulüpler Kupası’ndaki buluşmalarının üzerinden üç ay kadar geçmişti. Babamla birlikte Köstence’deki bir oteldeydim. Tesadüf o ya Romanya Milli Takımı da aynı yerde kamp yapıyordu. Her ne kadar ilah gibi olsalar da tüm oyunculara ulaşmak çok kolaydı. Selfie modasıyla tanışmadığımız zamanlardı. Otelin fotoğrafçısı fazla mesai yapıp duruyordu. Herkes yıldızlarla aynı karede görünmek için sıraya giriyordu.

İşte o unutulmaz kadronun bir maestrosu vardı ki göremiyordunuz. Nereye gitse peşinden elli kişi koşuşturuyordu. Sıkıldığı her halinden belli oluyordu. Babam sağolsun, elini sıkmayı başarmıştım. Kim bilir onu sıkanlardan biri de ben olmuştum. Çok değil yedi yıl sonra o usta ayak Türkiye’ye ayak basıyordu. Ben yirmime gelmiştim, babam yaşamıyordu...