Haberlerde öldürüldüğünden bahsedildi ama anlatılanların hiçbiri doğru değildi. Bazı şeyler bazen sadece olurlar. Hepsi bu.

Kercine çiçekler

Tekin Deniz

Telefonlar çaldı, haber kanalları duyurdu, sosyal medyada adı geçti. Uğur Yanıkel diye biri. Peki kimdi bu adam? Kanlı canlı tanıdığınız birinin ölüm haberini duymak, üstelik bu şekilde duymak nasıl da tuhaf. Aklıma Orhan Veli geldi hemen. Biraz onun durumuna benzettim. Herkes şaşırdı bu habere. Bir anlam veremedik, bir tepki de veremedik. Duru ve kesintisiz bir şaşkınlık halinde öylece kalakaldık. Kalanların vazifesi, gidenlerin ardından böyle yazılar yazmakmış işte.


“Bir şeye inanmaktan korkuyor insanlar abi. Bir şeyin peşinde çılgınca koşmaktan korkuyorlar. Çünkü yanılma payını hep öne koyuyorlar o şeyin. Ya yanılıyorsam, diye düşünüyorlar. Hayal etmiyorlar. Sadece başarı istiyorlar. Sorsan en büyük hayalin ne diye, söyler muhakkak bir şey. Sen çıkıp desen ki o şey gerçek olmayacak, hemen peşini bırak o şeyin, hemen bırakır. Çünkü inanmıyorlar. İnanmadığın şey senin hayalin olamaz zaten” demişti Uğur. Bunca betonun, bunca çeliğin, bunca kargaşanın ortasında inanan ve hayal kurmaktan vazgeçmeyen bir güzel insandı!

Şimdi bana Uğur kimdi diye soracak olsalar, başına buyruk, kendi halince bir Bedrettin’di derdim. Kercine çiçekler gibi bir adamdı derdim. Peki nedir kercine? Terslik olsun diye, inadına yaşayan demek. Bu dünyada bir kötülük olduğunu duyan, ona karşı bir tavır geliştirme ihtiyacı hisseden kim varsa kercine çiçekler gibi muhalif bir tavır geliştirmez mi? Geliştirirdi elbette. Bu huzursuzluk, bu uyumsuzluk, bu zıtlık değil mi zaten bizi biz yapan? Uğur o kadar şahsına münhasırdı ki bu kendi oluşuna bazen kızsanız bile onu öylece kabul ediverirdiniz. Kızgınlığınız, sevginizi asla yenemezdi. Evet, şahane bir şairdi Uğur. Nefis bir insan manzarasıydı. Sıkı bir araştırmacıydı. O konuşmaya, anlatmaya başladığında karşısına geçer ve onu içten bir tebessüm ederek seyrederdiniz. Üniversiteye gittiği ilk yıllarda tanıdım kendisini. Tam bir şiir aşığıydı. Gerçek bir edebiyat emekçisiydi. Bir keresinde şöyle demişti:

“Ben şiire ne tanım getiriyorum, ne kılıf uyduruyorum, ne mekana sokuyorum. ‘Şiir şiirdir. Şiir çılgınca esen bir rüzgârdır’ demek kadar, böylesi tanımlamalarla filan uğraşmak da aşırı gereksiz geliyor bana.”

Beylik lafları sevmeyen, parmak sallamayan, bu budurculuktan, ben yaptım olduculuktan hiç hoşlanmayan bir yazar, bir düşünürdü. Hem de daha yirmili yaşlarının başlarında böyle sahici ve olgun bir tavır geliştirebilmiş gerçek bir emekçiydi, şairdi. Çoğu insan yazar da pek azı dünyaya ve düşünceye bu denli kafa yorar. İnsanın söyleyecek sözünün olması işte bu yüzden mühim. Bir kişi olamamışsak ne önemi kalıyor ki yaptığımız bunca şeyin?

“Allah’a değil ama ölüme inanıyorum. Her şeyin altını kazıyan bir o var. Yaşamı anlamlı kılan da o, anlamsız kılan da… Mülkiyete tabi olan bunu gözden kaçırıyor. Kaçıracak da.” derken de aynı duyarlılığı taşıyordu Uğur.

Haberlerde öldürüldüğünden bahsedildi ama anlatılanların hiçbiri doğru değildi. Bazı şeyler bazen sadece olurlar. Hepsi bu. Uğur düştüğü yerde ölmedi. Hastaneye kaldırıldı ve iç kanama sebebiyle hastanede vefat etti. Hastanedeyken konuşuyordu, sohbet ediyordu. Dedik ya bazı şeyler bazen sadece olurlar, gerisini biz uydururuz. İnanmak istemeyiz çünkü sahiden saçma gelir. Bundan 7 yıl kadar önce bir sohbetimizde, İsmet Özel’in “Benim elbet bir bildiğim var: Hayat saçma sapandır.” dizelerini defalarca söylemişti. Galiba yaşadığımız da tam olarak böyle bir saçma sapanlıktı.

Bir şiir kitabı ve bolca araştırma kaldı Uğur’dan geriye. Özellikle kendi kurduğu Pasaj69 isimli internet sayfasında paylaştıkları edebiyat ortamımıza ışık veriyordu. Yaptığı araştırmalar ve yayınlarla yeni bir yayıncılık kültürünün ve tavrının oluşmasına da ışık tutuyordu Uğur. Ölüm haberi gelince onunla olan yazışmalarımıza baktım. Ardahan’ı özlediğinden bahsediyordu:

“Ardahan’a gitmiştim. Ortaokula yeni başladığım dönem. Yahu gece olunca nutkum tutulmuştu. Ay koskocaman, yıldızlar desen bir sürü ve belirgin. Nal gibi yıldızlar. Yazın gitmeyi düşünüyorum. Bir ay temiz hava, tezek kokusu mis…

O döneme dair bir sürü şeyi özlüyorum. Sokakta top oynardık. Deli gibi gecelere kadar… Ama hiç unutamadığım şey ise sonbahardı..2-3 arkadaş sokaktayız yine. Siyah poşete ip bağlayıp uçurtma yapmıştık. O anı çok özlüyorum. İnanır mısın bilmem ama her Allah’ın günü de mutlaka aklıma gelir o an. Değişik bir şeydi. Bir de o ortamı çok özlüyorum. Akşamları bahçeye çıkar annemlerle karşı komşumuz Teslime Abla ile sohbet ederlerdik. Teslime Abla da bizim köylüydü. Oturup köyden, eskilerden konuşurlardı filan çok hoşuma giderdi. Bazen babamla Teslime Abla’nın eşi Gülcemal Abi de öyle konuşurdu. Bazen hepsi birlikte. O anları çok özlüyorum. Güzeldi her şey. Güzel şeylerdi.

Penceresini de severdim. Pvc değildi. Macunla yapılan eski pencerelerdendi. Önünde demir parmaklıklar vardı. Maviydi onlar. Pencerenin hemen önünde bir çiçek biterdi. Bahar oldu mu çatıya kadar uzardı. Dışarıyı göremezdin, o derece… Bir de iki kapılıydı ev. İkinci kapı sonradan yapıldı. O kapıdan çıkardın dışarıya. İlk kapı eve girmek içindi. O iki kapının tam ortasında kocaman bir ağaç vardı. Baya büyüktü. Geniş dalları vardı. Son baharda her yer yaprak olurdu. Sonradan onu da kestiler.

Bir gün annem beni almak için okula gelmişti. Hava da soğuktu. Kapalı bir havaydı. Mavi montu vardı. Hatta şimdi rengini anlatmam gerekirse tam da kapalı hava mavisiydi. Onun cebinden 1-2 adet pastal boya çıkarmıştı. Birisi vermiş. Nasıl sevinmiştim yahu!”

Uğur şimdi Ardahan’da. Çok sevdiği, yurdunda. Belki bir gün kapalı hava mavisi bir pastel boya ile bir mektup yazarız ona. Kercine çiçekler boyayıp koyarız başucuna. Yaşamanın inadına! Yaşatmanın inadına!

***

Bana Ardahan’ı anlatmıştı. Öyle güzel anlatmıştı ki şiir yapmıştım bu hatırayı. Çok sevinmişti. Onun o sıkkın günlerinde bir tebessüm olarak var olmuşluğum, benim için şimdi bir teselli mi yani? Bilmiyorum. Fakat yaşam küçücük bir yer ve çok kısa. Elimden geleni yaptım. Hepsi bu.

“Uğur için”

ceplerimde
ardahan’a giden
ortaokullu
yüzü kavruk
mahçup bir çocuk

ötelerde
çok ötelerde
yol çamur
nutkumuz tutuk

ay
gökte kocaman
sonra yıldızlar
nal gibi yıldızlar

sahi
biliyorsan söylesene
bu taşları buraya
neden böyle koymuşlar?

nasıl çıkar ki insanın hatırından?
biz
daha dün
mahallede üç beş çocuk
ve ardımızda Eylül’ün rüzgarı
ve ardımızda
siyah poşetlerin uçurtmaları

özlüyor muyum?
hem de cehennem gibi

bunca zaman olmuş
mekân
içimize uzaklığını giymiş

farkında bile değilim
koşmuşum bir gece yarı baygın
koşmuşum var gücümle
suyun ve toprağın aklından çıkıp

bilmişim nihayet
hangi çeşmenin suyu
kime şerbet
kime zehirmiş
hangi geçitte kimi vurmuşlar
hangi savaştan
kim sağ çıkmış

nice yoldan sonra ben
dönmüş bakmışım kocaman gözlerle;

- tuhaf! meğer ilk insan olduğum yer burası değilmiş!

zaten bir vakit sonra
bozulmuş beklemenin biçimi
kimse kimseye gitmeyince
duvardaki saati de kurtlar yemiş

söylesene hadi
insan hiç durulmaz mı?
bir kerecik olsun anlamaz mı
gece olunca
kuşların gittiği yeri?
işte sevincim
mutfakta ağzı açık kalmış
bir kavanoz reçel

öylece durmuş masanın üstünde
söze
sohbete dökülmeyi bekler

fakat neden böyle her yer
kalın kalın duvarlar
neden böyle güneş geçirmez
sıkı sıkıya örtünmüş perdeler

duyuyor musun?
“sevincim” diyorum
“bir kavanoz reçel”
- ama neden?
- yani neden?
fotoğrafların
şarkıların
şiirlerin içinde
böyle kocaman
kara kara sinekler?

ne diyorsun?
emin misin?
gerçekten buraya
o kadar mı uzak o gece?

yani ayakkabısız koşsam bile
yetişemem mi düne?

onlardan nasıl
ama nasıl haber alabilirim ki?
kim bilir ne haldedir şimdi?
akşamları güle oynaya çıktığım bahçe

gerçi bulsam ne olurdu?
yani karşısına geçip
en fazla ne söyleyebilirdim ki?
hâlâ yerindeyse
kapıda incir?
avluda üzüm?
tepelerin orada kavak?

yani yine herkes
ve her şey
yerli yerlerinde duruyorlar mıdır dersin?

komşumuz Teslime abla
babamla dertleşen
Gülcemâl abi

yapma işte
yüzüme öyle bakma
buraya geldim
bıraktım ardımda
otomobil cesetleriyle dolu
betondan bir şehri

yanıma gel yanıma
göğsüme uzan
kırma artık gözlerimdeki
o bir kavanoz reçeli
ben buyum işte
ne yapayım?
durup durup
yeşile kesmiş tepeler
uzun uzak yolculuklar çekiyor içimi…