'Siyahlar, ırkçı olaylarda insan suretine girmiş şeytanlığın sıradanlığını görüyor'

DIŞ HABERLER SERVİSİ

Tarihin en büyük NBA yıldızlarından biri ve gelmiş geçmiş en skorer oyuncusu olan Kerim Abdül Cabbar, George Floyd'un vahşice öldürülmesi ve ardından yaşananlar üzerine bir yazı kaleme aldı. Los Angeles Times gazetesinde yayınlanan yazı, "George Floyd'u, bir polisin dizi boynunda, 'nefes alamıyorum' diye inlerken gördüğünüzde ilk tepkiniz ne oldu?" sorusuyla başlıyor. Olası tepkilere ve tarihten benzeri örneklere yer veren Cabbar, "Beyazsanız, muhtemelen acımasız adaletsizliğe söylenip 'Aman, Tanrım' diye mırıldandınız. Siyahsanız, muhtemelen ayağa kalkıp (televizyona) bir şeyler fırlattınız (veya kesinlikle fırlatmak isterdiniz)" diye yazıyor. Cabbar, bir siyahın yaşanan olayı "insan suretine girmiş şeytanlığın sıradanlığı" olarak değerlendirebileceğini ifade ederek, güncel ırkçılık örnekleriyle yazısına devam ediyor.kerim-abdul-cabbar-la-times-a-yazdi-siyahlar-irkci-olaylarda-insan-suretine-girmis-seytanligin-siradanligini-goruyor-737994-1.

Kerim Abdül Cabbar, yazısında protestoların ne şekilde algılanabileceğine de yer veriyor. Protesto eden göstericilerin sosyal mesafeye dikkat etmemesinden tutun da, yanan binaları görerek haklıyken haksız duruma düşme eleştirileri yapanlara kadar farklı yaklaşımları ele alıyor. Bu yaklaşımlara cevaben "Haksız değilsiniz, ama haklı da değilsiniz" diyerek, "eğitim, adalet sistemi ve iş hayatına içkin kurumsal ırkçılığı" vurguluyor.

Cabbar, Kovid-19'un toplumsal etkilerine dair ise, siyahlar arasında yüksek ölüm oranlarına dikkat çekerek, ilk sırada işini kaybedenlerin de siyahlar olduğunu ve oy kullanma hakkının dahi gasp edilmeye çalışıldığını sözlerine ekliyor.

Tahrip edilen dükkanlar ve yanan binalar görmek istemediğini ifade eden efsane basketbolcu, "Ancak Afro-Amerikanlar uzun yıllardır yanan bir binada yaşıyor, alevler yükseldikçe dumanlar içinde boğuluyorlar. Zira Amerika'da ırkçılık havadaki duman gibidir. Bu hakikate ışık tuttuğumuz sürece, ellerimizi bu pislikten temizleme şansımız var" diye yazan Kerim Abdül Cabbar yazısını şu şekilde bitiriyor: "Peşin hükümlere değil, adalete ihtiyacımız var."

NBA Efsanesi Kerim Abdül Cabbar’ın George Floyd’un ardından La Times’da yazdığı yazının tamamı

George Floyd’un bir polisin dizi boynunda “Nefes alamıyorum” diye inlediği videoyu gördüğünüzde ilk tepkiniz ne oldu?

Beyazsanız, büyük olasılıkla acımasız adaletsizliğe karşı başınızı sallayarak “Aman, Tanrım” diye korkuyla mırıldandınız. Siyahsanız, muhtemelen ayağa fırlayıp küfrettiniz; belki de “bu bir daha asla olmayacak” diye bağırarak (ekrana) bir şey fırlattınız (ya da fırlatmak istediniz). Sonra, Şubat ayında evlerinin civarında yürüyüş yapan Ahmaud Arbery’yi öldürmekle suçlanan iki beyazı hatırladınız. Birkaç hafta önce ortaya çıkan video görüntüsü olmasa, bu suç onların yanlarına kar kalacaktı. Minneapolis’te yaşanan olayda da Floyd’un polise mukavemet ettiği iddia edilmiş ancak bir mağaza kamerası görüntüsüyle bu iddia hemen çürütülmüştü. Floyd’un boynundaki öfkeli bir cahil lümpen değildi; gayet sakin ve merhametten yoksun gözüken, yeminli, yetkili bu polis memuru size bir şeyi hatırlattı; insan suretine girmiş şeytanlığın sıradanlığını…

Belki de, Central Park’ta köpeğinin tasmasını takmasını rica eden siyahi adamın kendisini tehdit ettiği iddiasıyla 911’i arayan kadını düşündünüz. Ya da Yale Üniversitesinde yurdun lobisinde uyuduğu için beyaz öğrenci tarafından ihbar edilen mezun siyahi öğrenciyi… Çünkü hedef olanın aslında sözüm ona “siyahi suçlular” değil, Yorkers’dan Yale’e tüm siyahlar olduğunun farkındasınız.

Yaka kamerası takması gerekenin polisler değil de tüm siyahlar olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz.

Polis karakolları önlerinde toplanmış, yumrukları havada öfkeli siyahi protestocuları gördüğünüzde aklınıza ne geliyor? Eğer beyazsanız, “Sosyal mesafeye uymuyorlar” diye düşünüyor olabilirsiniz. Sonra dükkanları yağmalayan siyahi yüzleri fark ediyor ve “Haklıyken haksız duruma düşüyorlar” diye düşünüyorsunuz. Sonra yanan polis karakolunu görüyor ve parmak sallayarak “Bunların amaçları farklı” diyorsunuz.

Haksız sayılmazsınız – ancak haklı da sayılmazsınız. Siyahi topluluk, eğitimde, adalet sisteminde ve iş hayatında kurumsallaşmış ırkçılığa alışkındır. Toplumsal ve siyasi farkındalık yaratmak için Atlantik gazetesinde köşe yazısı yazmak, CNN’de süren yıkıma dair demeçler vermek ve değişim vaadeden adayları desteklemek gibi bilinen tüm yöntemleri uygulamamıza rağmen, hiçbir şey amacına ulaşmıyor.

Ancak Kovid-19’la birlikte, eşitsizlikler tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı: Siyahlar olarak, beyazlardan çok daha yüksek oranda ölüyoruz. İşini kaybeden ilk biz oluyoruz. Cumhuriyetçilerin oy hakkımızı gasp etme çabalarını çaresizce izliyoruz. Kurumsal ırkçılık, yumuşak karnı açığa çıktıkça, siyahlara yönelik av sezonu açma hevesine girdi. Bu konuda herhangi bir şüphesi olan varsa, Trump’ın protestocuları “eşkiya” ve yağmacı ilan ederek ulusal düzeyde zamanın ruhunu teyit ettiği tweet’lerine bakabilir.

Evet, yerel spor kulübünün şampiyonluğunu kutlayan fanatiklerin arabaları yakması ve mağaza vitrinlerine zarar vermesi durumunda olduğu gibi, protestoları suistimal etmek isteyenler olabilir. Ben mağazaların yağmalandığını ve hatta binaların yakıldığını görmek istemiyorum. Ancak Afro-Amerikalılar uzun yıllardır yanan bir binada yaşıyor, alevler yükseldikçe dumanlar içinde boğuluyorlar. Zira Amerika'da ırkçılık havadaki duman gibidir. İçinde boğuluyor olsanız bile gün ışığı aydınlatmadan göze görünmez. Sonra fark edersiniz her yeri sardığını… Bu hakikate ışık tuttuğumuz sürece, (ırkçılığın) değdiği yeri temizleme şansımız var. Ancak yine de uyanık olmamız gerekir, zira hala havada gezinmektedir.

İşte bu nedenle, bugün siyahi topluluğun temel meselesi, protestocuların fiziksel mesafeyi koruması, birkaç kifayetsizin tişört çalması veya hatta polis karakolunu ateşe vermesi değil; çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin, babalarının yürüyüşe veya arabayla gezintiye çıktığında polisler veya polis özentileri tarafından cinayete kurban gitmesi meselesidir. Ya da siyah olmanın hayatlarının geri kalan kısmında evde kalmak anlamına gelmesi meselesidir çünkü ülkeye bulaşan ırkçılık virüsü Kovid-19’dan daha ölümcüldür.

Trump ve koronavirüs devrinde siyahi protestocular gördüğünüzde, aslında sabrı taşmış insanları görüyorsunuz. Siyahi protestocular barların ve manikürcülerin açılması için değil, yaşamak istedikleri için sokaktalar. Nefes almak için…

En kötüsü ise kazan kaynayıp taştığında öfkemizi gerekçelendirmemiz bekleniyor. Neredeyse 70 yıl önce Langston Hughes “Harlem” adlı şiirinde söylemişti: “Ertelenmiş bir düş ne olur?/ (…) Belki yalnızca sarkar / ağır bir yük nasıl sarkarsa /İnfilak mı eder yoksa?” (Çev. Coşkun Büktel)

50 yıl önce Marvin Gaye “Inner City Blues” şarkısında dediği gibi: “Haykır, istiyorlar / Hep yaptıkları gibi”. Ve bugün siyah ve beyaz iyi niyetli liderlerin çoşkulu konuşmalarına rağmen, sesimizi kısmak, nefesimizi çalmak istiyorlar.

Öyleyse siyahi protestocularda gördüğünüz şey, iki duruma bağlı olarak değişiyor: Yanan binada mı yaşıyorsunuz, yoksa yaşananları dizinizde bir kase patlamış mısır “NCIS”in başlamasını beklerken televizyonda mı izliyorsunuz?

Yargı değil, adalet istiyoruz.

Kaynak: LA Times (Birgün Çeviri Kolektifi tarafından çevrilmiştir)

*NCIS, 2003'ten bu yana Deniz Kuvvetleri Kriminal Soruşturma Servisi'nin kurgulanmış bir Özel Ajan grubunu konu alan bir Amerikan polisiye-drama dizisidir