KESK’in bu kriz ortamında öncelikli görevi yüzünü yeniden iş yerlerine ve kamu emekçilerine dönerek buradan birleşik bir hareket geliştirmek olmalı.

KESK yüzünü emekçiye dönmeli

Gökay BAŞCAN

AKP iktidarda olduğu yıllar boyunca kamu emekçileri üzerinde büyük baskılar oluşturdu. Kamu emekçileri hareketi de aynı yıllarda AKP’ye karşı en direngen güçler arasında yer aldı. Yapı Yol Sen Genel Başkanı Gültekin Narinli kamu emekçileri hareketi üzerine söyleştik.

Kamu çalışanlarının emek hareketinde oldukça önemli bir rolü var ülkemizde. Kamu çalışanları hareketini politik yönüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şüphesiz ki kamu alanında emek hareketi 1980 öncesi politik birikimin ve o dönemin siyasi geleneklerden gelen kadroların kurucusu olduğu bir sınıf hareketidir. 12 Eylül rejiminin yarattığı baskı ikliminde yeşeren, çoğu zaman ülkenin genel politik ruh halinin tersine bir şekilde ortaya çıkan devrimci bir karşı çıkış öyküsüdür. Bu hareket kuruluş aşamasından başlayarak ilkeler üzerinden şekillenmiştir.

Bunlardan en önemlisi hareketin ideolojik çizgisini belirleyen “Sınıf ve Kitle Sendikacılığı” anlayışıdır. Bu hareketin en başat özelliği olan sınıf ve kitle sendikacılığı yaklaşımı, mücadele içinde örgütlediği “Devlet Memurunu” kamu emekçisine dönüştürürken diğer taraftan örgütlediği emekçileri sendikal karar süreçlerine dahil ederek sözün, yetkinin kararın üyelerde olduğu, kararların tabanda alındığı ve kolektif olarak eyleme geçilen bir sendikal deneyim ortaya koymuştur. Kamu emekçileri hareketi bu özelliğiyle 90’lı yıllarda nicelik ve nitelik olarak büyüyerek çok önemli eylemlere imza atarken toplumsal muhalefetin önemli bir bileşeni haline gelmiştir.

kesk-yuzunu-emekciye-donmeli-1007396-1.
Gültekin NARİNLİ

Kamu emekçileri hareketi karar alma mekanizmalarını tabanın söz, yetki ve karar sahibi olduğu kolektif bir süreç içerisinde belirleme çabası içinde olmuş ve bunu büyük ölçüde gerçekleştirmiştir. O dönemin karar alma süreçlerinde bulunan tüm mücadele arkadaşlarımız hatırlayacaklardır ki parmak demokrasisine dayalı, “ben yaptım oldu” şeklinde değil, birbirinin önceliklerine saygı duyarak ve sadece içindeki özneleri değil bir bütün olarak kamu emekçileri hareketini ikna etmeye yönelik bir esneklikle hareket edilmekteydi.

Hareketin pratik eylem tarzını belirleyen temel özelliği ise “Fiili ve Meşru Mücadele” anlayışıdır. Kamu emekçileri hareketi sistemin kendisini tanımlamaya çalıştığı yasalarla sınırlı çerçeveye uymayı reddetmiş ve alanını sürekli genişleten bir hat izlemiştir. Emekçilerin haklı ve meşru taleplerini ifade etmek ve kazanmak için sokak eylemlerini ve üretimden gelen gücünü kullanarak hem ciddi kazanımlara imza atmış hem de geniş emekçi kitleler nezdinde büyük saygınlık kazanmıştır.

Yukarıda kısaca ifade ettiğim politik-ideolojik çizgiyle sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışı doğrultusunda, demokratik merkeziyetçi bir yönetim anlayışını esas alan mücadele çizgisi olarak yasallığa sıkışmadan pratik olarak fiili ve meşru mücadele tarzını kullanan bir emek hareketi modeli yaratılmaya çalışıldı; bu çaba büyük oranda da başarılı oldu. Kamu emekçileri hareketi bugün yaşadığı krizden çıkışın yolunu bugün çok daha gerekli olan ve yukarıda ifade ettiğimiz çerçeveyi esas alarak ve bu temel bakış açısını yeni araçlarla besleyerek oluşturmalıdır. İster bilinçli ister bilinçsizce olsun, bu temel anlayıştan uzaklaşan savrulmalar KESK'i sıradanlaştıracak ve bir dönem sonra inandırıcılığını kaybettirecektir.

Tüm bu deneyim ve birikimlerden çıkaracağımız ders; Kamu Emekçileri Hareketinin önümüzdeki süreçte de mücadeleyi geçmişin birikimiyle birlikte yeni dönemin sınıfsal ihtiyaçları üzerine kurması gerektiğidir. Ne geçmişe öykünerek ne de geçmişi yok sayarak bugüne ilişkin gerçek bir mücadele yürütmek olanaksızdır.

Kamu emekçileri hareketinin güncel sorunları nelerdir?

Öncelikle en azından kısa tarihimiz çerçevesinde nasıl buraya geldiğimizi ve bu kritik süreçlerde nasıl tavırlar aldığımızı hatırlamaya ihtiyaç var diye düşünüyorum. Hepimizin bildiği gibi ülke çok uzun zamandır sağ iktidarlar eliyle yönetiliyor. 12 Eylül Askeri darbesiyle hayata geçirilen 24 Ocak kararları ve 1990’lı yıllarda reel sosyalizm deneyiminin yıkılmasının da etkisiyle iyice azgınlaşan neo-liberalizmin saldırılarıyla emekçiler giderek fakirleşirken, tarih boyunca elde ettikleri kazanımları da tek tek kaybetmeye başladılar. 2002’de AKP’nin iktidara gelmesiyle ülke kapitalizm için dikensiz gül bahçesi haline getirildi. AKP rejimi, ilk yıllarında itibaren devlet kurumlarında etkin bir güç olma adımlarını atmış, elde etmiş olduğu güç ile birlikte siyasal islamcı politik hattı doğrultusunda baskıcı otoriter kimliğe rücu etmiştir. Şüphesiz bu dönüşümün en önemli kavşak noktası 2010 referandumudur. Açılımlarla başlayan ve reklam çalışması ‘darbecilerle hesaplaşacağız’ diye yürütülen bu süreçte Anayasa değişikliği ile toplumun yarattığı tüm değerlerin piyasalaşmasının, ticarileşmesinin ve sistemin otoriterleşmesinin önü açılmıştır.

Buraya kadar olan dönemde ülkenin demokratikleşmesi yolunda AKP’ye o veya bu düzeyde “umut” bağlayan anlayışlar ne yazık ki resmin bütününü kaçırmıştır. AKP’nin askeri vesayetle, “çeteler ya da derin devletle mücadele edeceği iddiası ile başlattığı süreç cumhuriyetin toplumsal kazanımlarına saldırı haline dönüşmüştür. İnanç ve ifade özgürlüğü şeklinde ifade edilen süreç ise kadınların sokakta yürürken bile sürekli arkasına bakmak zorunda kaldığı, eğitimde gericileşmenin önünü açan bir sürecin kapısını rıza da devşirerek açmasına sebep olmuştur. Bu süreçte önemli olan AKP’nin bu politikalarına umut bağlayan ya da ehveni şerdir diye destek olanların sayısal ağırlığı değil, solun bir bütün olarak ideolojik tutum alışını engelleyen bir iklim yaratılmasıdır. Dönemin KESK Genel Başkanı’nın “Akil Adamlar” süreci hem karar alış süreçleri itibari ile hem de bu yukarıda belirttiğimiz ilkeler ekseninde mücadeleye zarar vermiştir. 2008’de gerçekleştirilen Genel Kurul sonrası KESK yönetiminde bulunan kadroların da dahil olduğu liberal-sol “Yetmez ama Evet” anlayışı ile “Boykot” tavırlarının tarihi sorumluluğunu da ayrıca not etmek gerekir.

Bir süre sonra takke düşmüş kel görülmüştür. Rejimin bir düzeyde rıza devşirerek yürüttüğü bu süreç en nihayetinde toplumca kabul edilmemiş, Gezi genel bir itiraz ve “isyan” şeklinde fiili meşru bir mücadele çizgisi şeklinde ortaya çıkmıştır. Geziden sonra rıza üretme imkanı kalmayan otoriter baskıcı iktidar Haziran seçimlerini kaybetse dahi bu süreçten ülkeyi yangın yerine çevirerek çıkmaya çalışmış ve devamında 15 Temmuz darbe girişimini “allahın bir lütfu” olarak gören AKP hükümetleri tarafından muhalif kesimler üzerindeki baskı dayanılmaz hale gelmiştir. Hukuksuz KHK’lar ile binlerce kamu emekçisi işlerinden atılmıştır. İşlerinden, aşlarından, geleceklerinden kaygı duyan kimi kamu emekçileri istemeden de olsa geri çekilmiş ve tüm muhalif kesimler gibi KESK de yoğun baskı altında hareket edemez hale getirilmiştir.

İktidarın baskısı ile iyice daralan kamu emekçileri hareketi, bu dönemde emek hareketinin ya da özelde kamu emekçilerinin sorunlarını ve ihtiyaçlarını esas alan bir mücadele çizgisi izlemek yerine, sendikal mücadeleyi zemininden koparan, araçsallaştıran ve hatalı güncel politik tutumlara hapseden sendikal anlayışların kendi ihtiyaçlarını önceleyen mücadele çizgisi doğal olarak daralmayla sonuçlandı. Kamu emekçileri hareketi içinde bulunan sendikal yapılar bu pratik darlaşmayı aşmak için mücadele edeceklerine, hareketin daha önceki genel yapısı ve öncelikleri sebebiyle hayata geçiremedikleri öncelikli gündemlerini işletmek için bunu bir fırsat olarak gördüler. Uzlaşı yolu ile değil parmak demokrasisi yolu ile yani KESK’in kuruluş ilkelerini de yok sayarak, alanın önceliklerini esas almadan işletmeye başladılar.

Bu süreçte sendikal alanda kamu emekçileri hareketi iktidar eliyle kurulan, örgütlenen ve büyütülen Memur-Sen, Kamu-Sen ve KESK’e yönelik saldırgan tutum ve ithamlar üzerinden örgütlenen Birleşik Kamu-İş (kurucu aklın kim olduğunu hatırlamakta yarar olduğu kanaatindeyim. Geçmişte adı başka olan bugün ise Vatan Partisi olarak bilinen, AKP’yi destekleyen, kurulduğu günlerde de kamu emekçileri hareketini bölen, AKP’ye kamudaki dönüşüm için dikensiz gül bahçesi sunan bir yapı olduğunu da belirtmekte yarar var) gibi işbirlikçi-kontra sendikal yapılar tarafından da kuşatıldı.

Kamu emekçileri hareketi bir taraftan yukarıda kısaca ifade etmeye çalıştığımız siyasal iklimle “uğraşırken” bir taraftan da değişen yapısı itibari ile emek hareketini anlama ve buna uygun araçlar üretme çabası içinde olmalıdır. Mücadele çizgisini fiili ve meşru bir zemin üzerinden tarif eden kamu emekçileri hareketi emekçiler ile üyelik ilişkisi kurarken yasallık sınırlarına takılmaktadır. Kamu emekçileri hareketi mevcut “güvenli” alanından çıkarak sınıfın bütününü esas alan bir mücadele çizgisini benimsemeli ve buna uygun araçları yaratma konusunda politik pratik “cesaretle” hareket etmelidir.

Kuşkusuz tarihin bize öğrettiği gibi hiçbir karanlık sonsuza kadar sürmez. Son dönemde gerek ekonomik krizin etkisi gerekse yaşanan baskı rejimi koşullarında nefes alamayan geniş halk kesimlerinin büyüyen tepkisiyle emekçi kitlelerin yüzünü yavaş yavaş emekten, demokrasiden yana mücadele edenlere döndüğünü görüyoruz. Tüm bunları sendikal hareketin birikmiş güncel politik sorunları olarak görmeli ve ona göre bir yol açmalıyız.

Peki bu yolu açmak için KESK ve KESK’e bağlı Sendikalar ne yapmalı, nasıl bir süreç işletilmeli?

KESK ve bağlı sendikaların yaşadığımız bu kriz ortamında öncelikli görevi yüzünü yeniden iş yerlerine ve kamu emekçilerine dönerek buradan birleşik bir hareket geliştirmek olmalı. KESK’in ürettiği sendikal deneyim içinde kamu emekçileri ile olan ilişkisinin "niceliksel temsil" ilişkisinin çok ötesinde olduğu unutulmamalıdır. İşyeri örgütlenme çalışmaları ve işyeri meclisleri güçlendirilerek tabanın söz ve yetki sahibi olduğu sendikal hattın örülmesi gerekiyor. Biz Yapı-Yol Sen olarak örgütlü bulunduğumuz işkolunda tüm işyerlerimizde merkezi işyeri meclislerimizi oluşturarak hem iş yerlerinin sorunlarının tespitini ve hem de çözüm önerilerini sorunun sahipleriyle belirlemeye, mümkün olan en geniş sayıda emekçinin karar süreçlerine katılmasını sağlamaya ve bu yolla kolektif bir yönetim sürecini birlikte işletmeye çalışıyoruz.

Yapı-Yol Sen olarak 2021 yılının başından itibaren 2021 Ağustos ayında gerçekleşen Toplu Sözleşme sürecinin bugüne kadar yaşanan süreçlerden farklı olacağını değerlendirdik. 20 yıllık AKP iktidarının yıkım politikalarının her kesimde daha derinden hissedileceğini öngördük. Yine kamu emekçilerinin “temsiliyetini” taşıyan yandaş sendikanın ideolojik ve pratik hegemonyasının kamu emekçileri gözünde meşruiyetini yitirmiş olmasının yanı sıra ekonomik krizin giderek derinleşerek yapısal bir krize dönüşeceğini, laik demokratik kamusal alanları yeniden kazanmak gibi acil bir görevimiz olacağını öngördük. Bu bakışla oluşturduğumuz mücadele hattı ve kadrolarımızın çalışmalarıyla sendikamızı daha görünür kılmayı başardık. Örgütlenme düzeyimiz henüz istenilen düzeyde olmasa da oransal olarak üye sayımızda çok ciddi bir artışı sağlamayı başardık.

TİS sürecini de bu kapsamda bir takvime sıkıştırmadan sürekli bir mücadele alanı haline getirmek ve önümüzdeki süreci de bu şekilde biçimlendirmek gerektiğini düşünüyoruz. Geçtiğimiz dönemlerde uzunca bir süredir kamu emekçilerinin temel taleplerinin hiçbirinin karşılanmadığı ortada, bu sebeple bu talepleri sürekli olarak canlı tutmak gerekiyor. TİS bir takvim meselesi değil. Kamu emekçileri hareketinin örgütlenme iddiası işçi sınıfının örgütlü gücünün işverenlerin her an ensesinde hissettiği ve bundan çekindiği bir çizgide olmalıdır. Taleplerimizi dile getirmek ve haksızlıklara karşı tutum alırken takvimi beklemek baskı altında ezilenler nezdinde güven kaybına sebebiyet vermektedir. Bu sebeplerle özellikle kriz koşullarının yığınlar açısından dayanılmaz hale geldiği bu süreçte tüm işyerlerimizde her gün, her an TİS masası canlıdır. Gezi direnişinin politik ve pratik birikimini bu şekilde kavramalıyız. Kamu emekçileri hareketi de bu ihtiyaç ve koşullara uygun olarak biçimlenmelidir. İş bırakmadan tutun da tüm mücadele yöntemlerimizi bu kapsamda canlı tutmalıyız.

Kamu emekçileri krizden nasıl etkilendiler?

AKP’nin uyguladığı ekonomik politikalar sonucu kamu emekçileri toplumun tüm kesimleri gibi derin bir ekonomik krizin pençesinde kıvranmaktadır. Günden güne yoksullaşan kamu emekçileri en temel gıda ürünlerine bile ulaşmakta zorlanmaktadır. Kriz özellikle büyük şehirlerden başlayarak artan konut kiraları ile giderek derinleşecek bir barınma krizine de dönüşmektedir. Geniş halk kesimlerinde olduğu gibi kamu emekçileri de AKP eliyle piyasaya açılan eğitim, sağlık, enerji, ulaşım gibi en temel hizmetlere ulaşamamaktadır. Bu bağlamda sadece örgütlü bulunduğumuz iş kollarında emekçileri üye yaparak ve sadece buradan mücadele ederek bu krizin aşılamayacağını anlamamız gerekiyor. İçinde bulunduğumuz kriz yapısı itibarı ile kamu hizmeti veren bizlerle kamu hizmeti alan geniş halk kesimlerini aynı şekilde etkiliyor. Bu nedenle hizmet alanla hizmet verenin örgütlü mücadelesinin birleştirilmesi gerekiyor. Yaşadığımız pandemi ve ekonomik kriz günlerinde eğitim, sağlık, ulaşım, enerji gibi en temel kamu hizmetlerinin piyasaya açılmasının yıkıcı etkisini daha derinden yaşıyoruz. Bu dönemin mücadelesi başta bu alanlar olmak üzere tüm kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinin durdurulması ve özel sektöre devredilen tüm hizmetlerin derhal kamulaştırılması önceliğimizdir. Eşit, nitelikli ve ulaşılabilir kamu hizmetinin en temel yurttaşlık hakkı olduğu bilinci tüm emekçilere yeniden kazandırılmalıdır.

Peki bulunduğunuz İş koluna özgü acil diyebileceğiniz talepler nelerdir?

Başta iş kolumuzda bulunan kamu emekçilerinin meslek, özlük ve sosyal haklarını kazanmak geliyor ancak kamusal alana ilişkin de birini ötekine tercih edemeyeceğimiz mücadele başlıklarımız var. Bunlardan biri gerçek bir ekoloji mücadelesini bilince çıkarmaktır. İş kolumuzda da Çevre Şehircilik ve İklim değişikliği bakanlığı tarafından yürütülen ranta dayalı Kentsel Dönüşüm projeleri, tarımsal alanların imara açılarak betonlaştırılması, ülkenin derelerinin, ormanlarının tüm doğal zenginliklerinin ve kültür varlıklarının bir avuç zengine peşkeş çekilmesine karşı gerçek bir ekolojik mücadeleyi daha fazla görünür kılmamız gerekir.

Yine ülkenin en köklü kurumlarından Karayolları Genel Müdürlüğünce Yap-İşlet-Devret yöntemiyle inşa edilen geçiş garantili otoyol, köprü ve tüneller müteahhit çetelerinin elinden alınarak kamuya kazandırılmalıdır.

Başta deprem olmak üzere en yaşamsal hizmetlerden biri olan acil durumlarda Arama-Kurtarma faaliyetlerini "enkaz kaldırma ve yardım toplama " faaliyetlerinden kurtarıp gerçekçi akla ve bilime dayanan birleşik afet yönetimini kamusal bir hizmet olarak görüyor, bu bağlamda AFAD iş kolumuzun teşkilat ve personel yapılandırılmasının yeni baştan dizayn edilmesinin mücadelesini yürütüyoruz.


Taşınmaz mülkiyet güvenliğinin güvencesi Tapu ve Kadastro hizmetlerinin insan onuruna yakışır hizmet binalarında yürütülmesi yanı sıra tapu işlerinin özelleştirilmesine karşı mücadeleyi daha da görünür kılıyoruz.

Sonuç olarak; Tarihin çöplüğü “sendikal mücadele” diye yola çıkan sarı sendikaların beylik laflar ettikten sonra konformizme nasıl hizmet ettiklerinin örnekleri ile doludur. Ya da sınıftan kopmuş sınıf teorisyenlerinin ya da sendika başkanlarının bürokratik hezeyanlarının kurbanları olduktan sonra, çelik gibi disipline olmuş bir örgütlülükten nasıl savrulduğunu görürüz. Bu yapıların kendisini var eden kamu çalışanlarını, işçi-emekçi sınıfı nasıl yarı yolda bıraktığını görürüz. Tarih bize tüm bunların çetelesini tutmuştur.

Tüm bunları sendikal birikim ve deneyimimizle, karamsarlığa düşmeden düşündüğümüzde sendikal hareketin olanak ve fırsatlarının bugün düne göre daha fazla olduğunu biliyoruz. Kamu emekçileri içindeki üye ve mücadele arkadaşlarımızla kolay olan değil zor yoldan yeniden yürüyerek haklarımızı ve kamusal hizmetleri yeniden kazanacağız. Muhtaç olduğumuz kudret emekçilerin birlik dayanışma ve mücadele deneyimlerinde gizlidir. BirGün gazetesi aracılığıyla Yapı Yol Sen olarak bulunduğumuz her yerde 1 Mayıs’ta alanlarda olacağımızı ve tüm emekçi halkımızı geleceğine sahip çıkması için talepleriyle birlikte alanlarda olmaya çağırıyoruz.