Erdoğan merkezli bir muhaberat-terör rejimi var Türkiye’de. 13 yaşındaki çocuklar okullarından alınıp götürülüyor, tutuklanıyor cumhurbaşkanına hakaret etti diye; tutuklamayan hakim anında sürülüyor (du); şimdi artık tutuklanacak da. Bütün bunlar niye? En başta, Nihat’ın katilleri ortaya çıkmasın diye. Nihat daha 12 yaşında ve de polis öldürüyor. O günün İçişleri Bakanı çıkıp bu işte polisin dahli olmadığını söylüyor; bütün halkı yanıltıyor. Yalan söyledi dersen, hakaretten dava açıyorlar: Faşizmin en alçakçası.

‘Legal görünümlü illegal yapılar’; yani yasal görünümlü yasaya aykırı yapılar: Rezilliğin doruğa ulaştığı nokta. İlk bakışta, kafayı yemişliğin de ötesinde, ‘beyin bilmemnelemesi’ne uğramışlık belirtisi niteliğinde bir ibare gibi görünüyor; ama, hiç de öyle masum değil: Hem ‘yasayla tanımlanmamış suç, dolayısıyla da ceza olmaz’, hem de suçun şahsîliği ilkesini geçersiz kılmaya yönelik. Niyet, yasal olarak hiçbir kusuru bulunmasa da kişi ve kurumları en keyfî bir biçimde cezalandırabilmek. “Bu işin yasaya aykırı nesi var, göster” dendiğinde, “herif veya herifler öylesine namussuz ve de kurnaz ki, işte tam da o aykırılığı görünmez kılıyorlar, yasal kılıf altında” diye cevap verebilmenin kavramsal zemini. ‘Şeytanın en büyük şeytanlığı, şeytanlığını göstermemesindedir’ şeklindeki Engizisyon mantığının AKPcesi. Bu durumda ‘suç’ fiilden bağımsız kılınmış, fiilden bağımsızlaştırılmış suç isnadı da artık kişinin veya kişilerin kim ve/veya kimlerden olduğu  -yani, her türden aidiyet ve/veya mensubiyeti-  temelinde belirlenir hâle getirilmiş oluyor; ki, bu, aynı zamanda suçun şahsîliği ilkesinin de yerle bir edilmiş olduğu noktadır: Demek ki onlardansın, öyleyse sen de suçlusun kendi bireysel fiilinden bağımsız olarak. Ayrıca, senin kendinin kimlerden olduğunu bilmiyor olman bile kurtaramaz seni söz konusu kolektif suçluluktan: Ergenekon tutuklamaları yeni başladığında şerefsizlik ve beyinsizlik abidesi bir yaratığın “Ergenekon öyle bir örgüt ki, insan bilmeden de onun üyesi olabilir” dediğini.

O günlerde Ergenekon’du, şimdi de ‘paralel’; değişmeyen ise Erdoğan: Bulunduğu yerden düşmemek için her şeyi yapar; yani, gerekirse iç, gerekirse de Suriye’ye savaş.

Farkındayım, başkalarının da söylediği, söyleyebileceği şeyleri söylüyorum; çoğu zaman da kendimi tekrarlıyorum; ama, yine de bir kez daha altını çizeyim: Seçim barajı eşkıyalıktır; partilere hazine yardımındaki adaletsizlik, sırf kendi başına her türlü seçim sonucunu gayri-meşrû kılmaya yeter; ‘millî bakiye’ sistemi, ön seçim ve tercihli liste geri getirilmelidir; zorunlu din dersleri bütün vatandaşlara karşı işlenen bir insanlık suçu olup başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere insanların vicdan dünyasını devlet kontrolü altında tutmaya yönelik her türlü kurum ortadan kaldırılmalıdır. Bu arada şunu da ekleyelim: İbret-i âlem olacak şey, trilyonluk Mercedes’i geri vermek değil, böyle arabalara binmekten utanmayan görgüsüz, halk ve hayat düşmanı yamyamları bu arabaların önüne çeki canlısı olarak koşup, kendilerine hipodromda resmi geçit yaptırtmaktır.

DİB’i Türkçe’yi doğru kullanamıyor ama, tepesi daha da beter durumda: ‘Aslan yattığı yerden belli olur’ sözü, kullandığın klozet ne kadar pahalıysa, dışkın da o kadar muteber olur değil, yatıp kalktığın, yaşadığın, çalışıp iş yaptığın yeri ne kadar derli toplu ve temiz tutar, kullandığın alet edevat ve malzemeyi ne kadar etrafa dağıtmazsan, en somutundan bir örnek olarak da her sabah kalktığında yatağını kendin toplar dağınık bırakmazsan o kadar adamsındır anlamına gelen, ancak bu anlama geldiğinin bilinmesi asgarî bir aile terbiyesi almış olmayı gerektiren bir söz olup, aile terbiyesi dediğimiz de değil altmış, altı yaşını bile bir kere geçtin miydi alınması neredeyse artık imkansız hâle gelen bir şeydir.