Keyfi cezalandırmalar ülkesinde yine şiddet haberleri yağıyor. Üç gündür hiç tanımadığım bir insanın öldürülüşüne kahroluyorum. Aklım almıyor. Sanki evimden can çıkmış gibi üzgünüm. İstediği şarkıyı çalmadı diye bir müzisyeni vahşice cezalandırmayı kendine hak gören, öylece kendisine itaat etmedi diye öldüren nasıl biri olabilir diye düşünüp duruyorum. Onur Şener henüz 45 yaşında küçük kızına düşkünlüğüyle, paylaşılan sevgi dolu fotoğraflarıyla ve onu öldüren şiddetin şekliyle konuşuluyor. Gencecik bir hayat bu kadar sebepsiz, bu kadar kolay kayıp giderken geride kalan sevdiklerinin cezası da yeni başlıyor.

Gencecik atama bekleyen yeni mezunların sahte sınavlarla, mülakatlarda aldıkları yüksek puanlara rağmen keyfi tercihlerle devre dışı bırakıldığı, akademisyenlerin ve sayısız liyakat sahibi adayın güvenlik soruşturmasına takıldığı sistem içinde kamuda çalışan üç katilin güvenlik soruşturması nasıl sonuçlanmıştı, sabıka kayıtları neden göz ardı edilmişti, onları kim işe almıştı?

***

Keyfi şiddet. Canını sıktı diye, sözünü dinlemedi diye, giyimini beğenmedi diye birini öldürmeyi görev edinmek. Şiddetten rahatsız olmamak şiddeti bir eğitim ve ehlileştirme biçimi olarak görmek. En önemlisi de cezasızlıkla ödüllendirilmek. Şiddetin, keyfi cezalandırmanın bugünün iktidarının yani gericiliğin normları içinde olmasıyla oluşan durum cehaleti, ilkelliği teşvik ediyor. Kişisel öfkeler, ilkel dürtüler yasaların önüne geçiyor. Kimsenin yaşam güvencesi yok. Bireysel silahlanmanın teşviki cabası. Normal bir insan neden silah sahibi olmak ister? Silaha neden ihtiyaç duyar? Bu kolaylık sayısız can alırken bu kontrolsüzlük nasıl desteklenir? Devletin en üst kademesinde, makam odalarında eli silahlı kişilerin hatıra fotoğrafları kime nasıl bir mesaj vermek için çekiliyor? Sorular çok, somut gerçeklik de açıkça ortada.

Keyfi şiddet özellikle geri kalmış, ilkel toplumlarda en çok kadınları hedef alıyor. Çünkü onların yaşam biçimini, neler yapıp yapamayacağını belirleyen, kadını eksik gören, kadınlık görevlerine karar verip kadınlığı ayıplayan anlayış tarif ettiği gibi davranmayan kadınların cezalandırılması gerektiğine hükmediyor. İran’da 22 yaşındaki bir genç kadının “ahlak polisi” tarafından dövülerek öldürülmesi dünyanın gündeminde. Bizim ülkemizde benzer durumlar yaşanmıyor mu? Evet henüz İran’da olduğu gibi kadının giyimi yasalarla tarif edilerek polis kontrolünde ava çıkılmıyor. Şükrettiğimiz şey bu! Ama cezasızlık ve şiddetin meşruluğu her gün kadınların öldürülmesi ve katillerin serbest kalması rutinini koruyor. Kadının saçının telinden tahrik olan adamalara bu tahrik olma hali hak görülüyor. Onlar tahrik olmasın diye kadınların giyimi ve yapabilecekleri tarif ediliyor. Yasalar kadının nasıl giyinmesi gerektiğini tanımlamaz. Yasalar kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak üzere tanımlanır. Yani biri örtündüğü ya da örtünmediği için cezalandırılmasın diye yasalara ihtiyaç duyulur. Türban giyenle mini etek giyen yasalar karşısında eşit olsun diye düzenlemeler yapılır. Herkesin istediği yaşam biçiminin başkalarının keyfi kararları ve tahrik olma hakkı üzerinden kısıtlanmamasının güvencesi de laikliktir. Anayasada bir kesimin tercihinin bir başkasına dayatılmaması için, yasalarla hak ve özgürlüklerin korunmasına ihtiyaç vardır. Güvence altına alınan eşitliktir.

***

Bir diğer haber; sürekli şiddet uyguladığı karısını öldürdükten sonra intihar eden hâkim hakkında. Bakanlık öldürülen kadını umursamayıp katil için taziye mesajı yayınlıyor. Sayısız kadından biri öldürülen. Yine göz göre göre gelen bir cinayet. İranlı Mahsa’nın Türkiyeli kız kardeşi İlksen’in kaderi erkek eliyle ve ilkellikle gelen şiddet. İranlı kadınların mücadelesini ülkemde ve tüm dünyada ezilen kadınlarla dayanışmanın daha adil bir dünya için zorunlu olduğunu bilerek selamlıyorum. Dayatılan kötülüğü ve şiddet düzenini değiştirmek için ben de varım.

Bu akşam İstanbul’da Uluslararası FeminİSTANBUL Şiir Festivali altıncı kez gerçekleşecek. FeminİSTANBUL kadın olmayı kutlayan, kucaklayan ve onurlandıran bir platform. Küresel kadın hareketinin parçası olarak şair kadınlar bu yıl “sürtük” manifestosuyla sesleniyor. “Son iki yüzyılda kadınlar yaşamın he alanında ataerkil, patriyarkal zihniyetin kendilerine dayattığı her türden baskıyı, engeli zorlu mücadelelerle geriletti. Bilimde, sanatta, ekonomide, siyasette, toplumsal iş bölümünde benzeri görülmemiş başarılar elde etti. Bu kazanımları korumak için şimdi daha güçlü ve kararlıyız. Yaralarımızı birbirimize göstereceğiz, ruhlarımızı birbirimize açacağız, duygularımızı birbirimize aktaracağız. Umutlarımızı tazeleyecek, dayanışmamızı geliştireceğiz. Haklarımızı savunmak, varoluşumuzu duyurmak için bir aradayız. Ne bizi bu yoldaki çabamızı küçültmek, değersizleştirmek için “sürtüklük” ile itham eden politikacılar, ne de bizi evlere yani tecrit kamplarına hapsetmek isteyen ilkel, ataerkil zihniyet ve tutumlar önümüzde duramayacak. Şiirin kardeşliğiyle kucaklaşacağız, kadınlığın ve insanlığın onurunu, sevincini birbirimizle paylaşacağız.”

Festivale Türkiye ve dünyanın birçok yerinden şairler katılarak, kadın ve kadın meseleleri üzerine şiirlerini seslendirecek. FeminİSTANBUL’un onur ödülü ise bu yıl Çiğdem Mater, Mücella Yapıcı ve Mine Özerdem’e verilecek.

Adil, eşit ve özgür bir yaşam için direnen, mücadeleyi bırakmayan, umut ve güç verenlere selam olsun.