Kahramanlık kadar ruhumuzu besleyen eylem pek yok. Dünyaya nam salma arzusuna karşı koymak güç. Her kahraman da bu arzunun peşindedir. “Yapabildiğini” kendisine kanıtladığında doymaz insanın bu arzusu; yapabildiğine, başkaları tanık olduğunda inanır gücüne. Her kahraman yarı tanrıdır ya, her tanrı ona inananlar olduğunca tanrı kalır. İnananı kalmadığında tanrı ölür.

Emeklerken ilk kez ayağa kalkıp bir kaç adım atan bebeği yürümeye teşvik eden kendi becerisinden çok, kollarını açmış mutlulukla ona sarılmak için bekleyen ebeveynin takdir eden bakışlarıdır. Kahramanlık hissini beslemek için bazıları hayatlarını tehlikeye bile atabilirler. Ama, kimsenin “cesaret” edemeyeceği bir eylemi seyirciler yokken gerçekleştirmeye yeltenen pek olmaz. Alkışlarla yaşıyoruz, insanız.


Zalimin zulmüne karşı çıkmak da kahramanlık, ölüm riski olan akrobatik bir hareketi gerçekleştirmek de. İki eylemin de örtük temel amacı eylemi gerçekleştirenin özdoyumu. Kiminin eylemi sadece bu doyumu gerçekleştirmeye yararken, kimi de aynı doyuma başkalarının yararına bir eylemle ulaşmayı seçer. Demem o ki, hepimiz kendimize kahramanız, bazılarımız hem kendimize hem insanlığa.

Baskıcı yönetimlerin insanların ruhuna saçtığı korkunun şiddeti isyankar kahramanların yetişmesini de kolaylaştırır. Zor zamanlar kahramanlar ve kahraman olmak isteyenler için bereketli topraklar sağlar. Korku derinleşip yayıldıkça cesaret arzusu da güçlenir. Artan baskı kahraman olmayı kolaylaştırır. Öyle ki, olağan zamanlarda çok sıradan sayılabilecek bir eylem, baskı zamanlarında kahramanlık arzusunu kolayca doyurabilir. Korku toplumlarında kahramanca eylemde bulunmak hem daha kolay hem de alkışı daha bol olduğundan böyledir.

Kahramanca eylemin başarıyla gerçekleştirilmesinin sağladığı özgüven ve gurur, başkalarından farklı olduğumuza inandırır. Bir tür üstünlük hissi. “Ben” yapabildim, sizler değil! Bu üstünlük hissi değil, bu his ile ne yaptığımız önemli. Başkalarının yapamadığını hem de onların gözü önünde gerçekleştirdim, onlardan üstünüm, diyen kişinin önüne iki yol çıkar. Madem onlardan üstünüm, onlar için geçerli kurallar beni bağlamaz ya da onların bana özenmesi, bana benzemesi için onlara rehberlik etmeliyim. Üstünlüğün sağladığı gücü kendi yararıma mı onların yararına mı kullanacağım? İnce Memed olarak mı kalayım, Abdi ağanın yerine yeni Memed ağa mı olayım?

Kahramanın yüzleşmesi gereken ikinci sorun, üstünlüğün sağladığı ayrıcalığın ona tanıdığı hakların sınırıdır. Kahraman tanrılaştıkça kuralların fanileri bağladığına inanmaya eğimlenir. Onların uyması gereken kurallar ile kendisinin uyması gereken kuralların farklı olması gerektiğini düşünmeye başlar. Hele de kahramanlığı onlar için yapmışsa!

UCUZ KAHRAMAN

Sizler için ölümü göze aldım, kelle koltukta savaştım, siz bir de bana hesap mı soruyorsunuz? Kahramanın gururu tam da bu soru işaretinin çengelinde kibre dönüşebilir. Bir kahraman kibirleniyorsa, başkalarının yararını değil sadece kendi çıkarını kollamaya başlamış demektir. Ya baştan beri sahte kahramandır, ya da yaptığının yanlışlığıyla yüzleşmekten kaçan, yaptığını kahramanca olmadığını bilen ucuz kahraman.

Baştan beri sahte kahramandır; insanlığın yararına diye pazarladığı bütün eylemleri göz boyamadan öte olmayan kendi yararına düzenbazlıktır. Ucuz kahramandır; aslında ortada kahramanca bir eylem yoktur, ne cesaret göstermiştir, ne de gerçek bir bedel ödemiştir ama eylemini kahramanca bulanların alkışlarının büyüsüne kapılmıştır.

Bir kahraman tipi daha var; “çakma kahraman”. Zalimlerin iktidar zamanı olan günümüz koşulları çakma kahramanların sayısını da çoğaltıyor. Zamanın ruhuna da iklimine de uygun. Zalimin kendini kahraman diye pazarladığı zamanlarda zalime karşı çıkan kahraman imgesini pazarlamak da kolaylaşıyor.
Gerçek kahramanlık, kahramanlara ihtiyaç kalmayacak bir dünya için cesaretini ve gücünü alçakgönüllülüğünü beslemek için kullanmaktan geçiyor. Her şeyin “çakmalaştığı” günümüzde zor ama imkansız değil. Sedat Peker’in kıymetli dostları da bir karar vermeliler, nasıl bir kahraman olmak istediklerine…