Ekin Wan’ın bedeni üzerinden yapmaya çalıştıklarını, son olarak Hacı Lokman Birlik’ in bedenine uyguladılar. Kendilerince ‘Kürtlerin’ (aslında onlara karşı olan muhaliflerin tümünün) gözünü korkutmaya, sindirmeye ve panik içinde ‘devletin gücünü’ göstermeye çalışıyorlar.

Yeni buldukları bir yöntem değil. Doksanlı yıllarda yayımlanabilen sayılarında Özgür Gündem gazetesinde çıkardı benzer fotoğraflar; tankların ardında sürüklenen gerilla bedenleri, kesilen kulaklar, bok yedirmeler… Onlara özgü de değil. İşte IŞİD, zamanında Vietnam’ da ABD askerlerinin yaptıkları, 12 Eylül Darbesi’ nin DAL’ ında, Mamak’ ta, Diyarbakır cezaevlerinde diye uzatıp çoğaltılabilir bu örnekler.

Bedenlerimiz ruhlarımıza uygulanmak istenen politik müdahalelerin savaş alanı. Her tekil beden ait olduğu kimliğin bütün ruhlarına bağlı. Bir kadının bedenine zulüm uygulandığında tüm kadınların ruhları örselenir. Bu yüzden Aylan’ın fotoğrafına baktıklarında tekinsiz bir koruma dürtüsüyle yanı başlarındaki çocuklarına sarılıverir ana babalar. Benliğimiz içinde yaşadığı bedenin sınırlarından çözünür, genişler ve gidip o ‘bizden’ olan diğer bedene temas eder, ‘O’ olur, geçici de olsa.

(Öyle spritüel, ilahi falan bir özellik değil; futbol maçını tribünde ya da tv karşısında seyredenler de oturdukları yerden topa kafa atar, bacaklarını şut çeker gibi savururlar, istemsizce)

Bu uygulamalar aralarında ilişki olsa da aynı anlamı kapsamayan iki insan haliyle ilgili: onur ve gurur. Muktedir, korkusunda eriyen aklıyla Kürt bedenleri üzerinden kendine karşı gördüğü herkesin gururunu zedelemeye çalışıyor. Oysa yapıp ettiği, düpedüz onursuzluk.

Onur ve gurur, insanın bu dünyada kendisi ve başkalarının gözündeki ‘değerinin’ ne olduğuyla şekillenir. Onur, bireyin öz eylemlerince, gurur ise maruz kaldığı eylemlerce belirlenir. Her ikisi de insanın özgüveni/ özdeğeriyle ilgili öznel yargısıyla ilişkilidir.

Kendimi değerli, güçlü, ahlaklı, dürüst, sevilmeye layık buluyorsam özgüvenim/ özdeğerim büyür, bu özelliklerimden gurur duyarım ve onurumu zedeleyecek bir eylemde bulunmayı kendime yakıştıramam. Hak etmediğim bir söze, eyleme maruz kaldığımı hissedersem de gururum incinir.

Gurur, özgüvenleri kof insanlarda, kibir olarak görülür. Özdeğerini/ özgüvenini kendinden kaynaklanan güçlerle değil de hak etmeden ele geçiren, ona verilen, el koyduğu bir dizi ‘güç aracıyla’ biçimlendirenlerin özgüvenleri kof olduğundan kibir kumkumasına dönüşürler. Kibirli insanların özgüvenleri gerçekte kof olduğundan maruz kaldıkları her muhalefet, onlara yöneltilen her eleştiri olmayan gururlarını kırar ve örselenmeye onursuzca davranarak yanıt verirler.

Bu durumun en basit örneklerinden biri twitter da olmadık hakareti yapıp, yakalanınca ‘sayfam açıktı, başkası yazmış valla billa ben yazmadım’ diye onursuzca yalan söyleyenler. Ama asıl mesele bataklıkta üreyen bu sinekler değil, bataklığı yaratan kibirliler. Kof özgüvene dayalı kibirli insanlar her türden onursuz eylemi rahatlıkla yapabilir ve bu yolla muhataplarının gururunu kırabileceklerini sanırlar. Çünkü gerçekte ne denli aşağılık, ahlaksız, güçsüz, yalancı olduklarını içten içe bildiklerinden korkudan ödleri patlayarak yaşarlar. Her an yakalanacaklarından, gerçekte ne denli ‘düşmüş’ olduklarını cümle âlemin anlayacağından ölesiye korkarlar.

Hayatta kalabilmek için insanlıktan çıkmaktan başka yolu kalmayan muktedir, kendi onursuzluğundan beslenenleri ve gücünü geçirebildiklerini de aynı şekilde davranmaya iter. Ruhsal bütünleşme onlar için de geçerli. Reislerine gelen her darbeyi kendi benliklerinde hissederler ölesiye ve varkalımlarının onunkine bağlı olduğu gerçeğini hissettikçe korkuları katlanılmaz bir paniğe dönüşür.

Muktedir gururumuzu kırmaya çalıştıkça, biz onurumuzu koruyacak eylemler yapmalıyız. İnsan olan biziz çünkü…