Belki de en sık yanlış söylenen kelimedir: Mütevazı. Kullanmayı pek sevdiğimiz, herkesin kendine çok kolay yakıştırdığı kelimedir ve genellikle “mütevazi” şeklinde söylenir. Mütevazının kelime anlamı alçakgönüllü, gösterişsiz, iddiasız demekken; mütevazinin ise bambaşka bir anlamı var: paralel. Alçak gönüllü sıfatını en çok kendi kendimize söylememizin tezatlığına bir de doğru söyleyemiyor olmanın ironisi ekleniyor yani.

Geçtiğimiz güne bir Arda Turan röportajı ile uyandık. “Bir Arda Turan Röportajı” dememin nedeni aynı ünlü yönetmenlerin filmleri gibi havalı okunmasını istediğimden. Zira röportaj ki şu güne kadar mutevazılığın kitabını yazmaya namzet gibi duran futbolcunun bambaşka bir halini gösteriyor. Arda’yı hep Bayrampaşa’nın çocuğu, mahallenin tekniği en iyi oynayan abisi, geldiğim yeri unutmam bakışlı, kendi halinde bir ailenin mütevazı çocuğu olarak bildik. Fakat kendisi artık bir Portekiz deyimini düstur edinmiş olacak ki “Fazla mütevazılık kibir göstergesidir” deyip açmış ağzını yummuş gözünü.

Fanatik’in gazetecilik içgüdüsüyle manşete taşıdığı “Arda Turan Gibisi 100 Yılda Bir Gelir” lafına hiç takılmayalım. Zaten Arda’nın kendinden üçüncü tekil şahıs gibi bahsettiğini sanmıyorum. Lakin “‘Aaa her yerde Arda var’ diyorlar. Tabii ki de ben olacağım. Yüzyıllık tarihe baksınlar. Kaç tane Arda Turan var!” demiş 100 yılı hesaplamayı unutarak. İnsan ister istemez şöyle bir dönüp futbol tarihine bakıyor tabii. Metin Oktay’ı, Hakkın Yeten’i, Lefter’i düşünüyor.

“Bizim küçükken, ‘Çok büyük oyuncu’ dediklerimizin kaç tanesi buralara gelip oynamış! Hepsi abilerimiz... Ama rica ediyorum.

Burada bir başarı varsa... Ülkenin gençlerine bir örnek, hayal olabiliyorsak kıymeti bilinsin bunun.” diyor muhtemelen Can Bartu oralara gidip estirdiği rüzgarı unutarak. “Ben buralardan gidince göreceğiz Barcelona’ya, Atletico Madrid’e kaç tane oyuncumuz gelecek!” diye sormuş Tugay Kerimoğlu’nun jübilesini unutarak. Kendinden öncekileri bitirip önümüzdeki 100 yılı da ipoteği altına almış adeta. “Başarılıysan sevmezler” deyip meyve veren ağacı taşlarlar konulu assolist konuşması yapmış. “Eğer ben vücuduma iyi bakmasaydım burada olabilir miydim!” demiş İspanya’ya kaç kiloyla gittiğini unutarak.

Yazının burasına kadar Arda’ya birilerinin akıl verdiğini, “fazla mütevazı olma gerçek sanırlar” diye diye kafasına girdiğini düşünürken asıl cümleyi patlatıyor: “ İstediğim şu; hak ettiğim saygıyı görmek. Hayatın her alanında istiyorum bunu.” İşte burada yürekler azıcık buruluyor. Yazının başından bu yana bağırılan büyüklüğün, kendini ululamanın, boydan büyük özgüvenin aslında saygı görmediğini, yaptıklarının farkına varılmadığını düşünen erkek çocuğunun lafları olduğu anlaşılıyor.

İstediği tek şey ülkesi tarafından onaylanmak, tasdik edilmek, başının okşanıp, aferin denilmesi. Denilmediğini düşününce de hırçınlaşmış “8 maç kaybetmemişim ben, Hırvatistan’la İspanya’ya yenildik diye -daha elenmemişiz- ıslıklandım ben ya. Allah aşkına olur mu! Hak mıdır, hukuk mudur! Bir de buna karşı konuşunca eleştiriliyoruz” demiş; ailesine atarlanan ergen olup siz ne anlarsınız tonundan “Bırak sporu bizim sevme kültürümüz yok. Biz sevme kültüründen uzak kalmışız. Sevemiyoruz” demiş.

Bu “ailede” kimsenin Arda’nın yaptıklarını küçümsediğini duymadım. Fakat saygı ne gol krallığı ne Avrupa’da oynamak ne de “istiyorum” diye tutturmakla kazanılıyor. 100 yıllık futbol tarihinde ne Barcelona’da ne Madrid’de oynamamış ‘mütevazı efsaneler’e bakmak yeter aslında.