Saray çevreleri, Erdoğan’ın “adaylar üstü” pozisyonunu ve “soğukkanlılığını” 24 Hazirana kadar koruyacağını, rakiplerini muhatap dahi almayacağını yazıyorlardı. Ancak Erdoğan profilindeki bir siyasetçi için böylesine bir taktiği sürdürmek kolay değildi, eninde sonunda rakiplerine hiddetlenecek ve kontrolünü yitirecekti. Öyle de oldu, hem de beklenenden çok daha önce. Muharrem İnce’nin tahminleri aşan başarılı kampanyası ve Demirtaş’ın özgürce seçim çalışması yapabilmesi için Perinçek dışındakilerin ısrarcı olması Saray’ın taktiğini bozdu. Şimdilik hedefinde yalnızca İnce ve Demirtaş var. Meclis aritmetiğini ve 2. turu hesaba katarak Akşener ile Karamollaoğlu’na çok ilişmiyor fakat o da bir yere kadar.

AKP Genel Başkanı İnce’de epey zorlandı. Onu ne Fethullahçılıkla ne de darbecilikle itham edebildi. “CHP zihniyeti”, “monşer bunlar” gibi iktidarın bir dönem liberallerin desteğiyle oluşturduğu söylem repertuarı da İnce mevzu bahis olduğunda iyiden iyiye boşa düştü. Elde birşey kalmayınca İnce’nin diploma çıkışını dahi “elitistliğe” kanıt göstermek istediler ama o da tutmadı. Çünkü mesele diplomanın kerameti değil, yasada açık bir önkoşulun ihlal edilip edilmediği, halkın aldatılıp aldatılmadığı. Saray “dişli İnce” imajıyla baş edemeyince fabrika ayarlarına döndü. Şimdilerde Muharrem Beyi kâh “gariban” kâh “çırak” olarak küçümseyerek hem onu itibarsızlaştırmaya çalışıyor hem de içinden geldiği cumhuriyetçi geleneği hedef alıyor. Halbuki o geleneğin kitlelere en çok temas eden yanı yoktan var olma, kendi başarı öyküsünü kendi yazma becerisi.

“Hor görülen” seçmeni temsil ettiğini söyleyen iktidar ise istediği cevabı duymadığında o seçmeni “terbiyesizlik” ile suçlayacak kadar kibirli. Bu kibrin arkasında liyakatsizler ordusundan bürokrat ve parti kadrosu oluşturan, tüm güç merkezlerini elinde tuttuğuna inanılan tek adam rejimi var. Damadın, ‘Erdoğan aya 4 şerit yol yapacağım derse inanırız’ diyen seçmeni konuşmasına bu denli rahat malzeme yapması da tesadüf değil. Cumhuriyetçiler, solcular, ‘AKP’li seçmene tepeden bakıyor’ diyenler damadın kürsüden iftihar ederek dillendirdiği örneğin hazinliğine baksın. Erdoğan kültünü yüceltmek adına AKP seçmenini hakir gören, onu akıl ve izandan yoksun resmeden böylesine bir söylem Saray’ın bizzat kendi tabanına sırt çevirdiğinin delili. Saray (hanedan dahil) için halkın kendisine oy vermek dışında bir önemi ve misyonu yok. Aksi olsa yaz boz tahtasına çevrilen sınav sistemiyle çocuklar mağdur edilmez, öğrenciler mahallesindeki okula mecbur kılınmaz, her geçen gün fakirleşen, intiharın eşiğine gelen çiftçiye, emekçiye kayıtsız kalınmazdı. Patronlar, rejimin bekçisi olarak görülen yüksek yargı ve komuta kademesi ama öyle mi. Orada siyasi ikbal sözü verilen dünürler, imtiyazlı yerlere atanacak evlatlar, talan edilecek kamu varlıkları var.

Erdoğan TESK’in düzenlediği iftarda İnce’yi eleştirdiğinde onu alkışlayanlar arasında 2. Ordu Komutanı da vardı. Bir an için herhangi bir komutanın, İnce’nin Erdoğan’ı eleştirdiği bir anda onu alkışladığını düşünün. AKP sözcülerinden yandaşlara Saray etrafında kim varsa kıyameti koparır, komutanı darbecilikle itham ederdi. Ama şimdiki örnekte tam aksi oldu, komutanın önünde siper oldular ve ikiyüzlülüklerini bir kez daha gösterdiler.

Gül’e “sakın aday olma” ziyareti yapan Genelkurmay Başkanı’nın Sarayla ilişkisi herkesin malumu ama uzun zamandır belki de ilk kez yüksek kademeden bir komutan içeriği net biçimde siyasi olan bir konuşmada iktidardan yana saf tuttu. Bu tutum, tıpkı Akar’ın Gül’e gidişi gibi, kişisel bir tercih olarak düşünülemez. Üzerinde askeri üniformayla verilen bu fotoğrafın tercümesi açıktır. Üst komuta kademesi “yeni Türkiye”nin İslamcı-baskıcı siyasetinin asli bir parçasıdır ve hem Saray hem de sermayeyle arasında çıkar birliği vardır. İnce’nin “apolet sökme” çıkışı bir dönem AKP’nin kendine atfettiği “asker karşısında dik duruş” iddiasının ötesine geçmek durumundadır. Muhalefet eğer güçlü bir parlamenter sistem inşa etmek istiyorsa tek adam rejimiyle sermaye ve bürokrasi arasındaki ittifakı çatırdatmadan bunu yapamaz.

“Restorasyonla” yetinmek isteyenler bile bu oligarşik siyaset mimarisini bir ölçüde bozmak durumunda.

Toplumsal muhalefetin görevi ise çok daha çetin. Çünkü seçim sonrasını gören, ona hazırlık yapan ilerici-devrimci bir siyaseti kitleselleştirmek mecburiyetinde. Kim iktidar olursa olsun 24 Haziran sonrasına saklanan acı reçeteye dur diyecek bir direnci örgütlemek, laikliği kazanma mücadelesini derinleştirmek, savaş politikalarına set çekmek ezcümle Hayır’ı Tamam’lamak zorunda.