Öyle güzeldir ki Bellapais… Yüzlerce yıldır ayakta, gökle deniz arasında, Beşparmak dağlarının eteklerinden kuşbakışı Akdeniz’i selamlar. ‘Abbaye de la Paix’, yani Barış Manastırı… Avlusundan yükselen o dört selvi benim için dünyanın en güzel yan yana duran ağaçlarıdır. Tam yolu tutmuş gidiyordum ki kolumdan çekip “Dur” dedi, “İçeriye girmeden önce şurada biraz soluklanalım.” Ardımızda huzur ağaç, önümüzde Bellapais bir banka oturduk. Seçimlere az kalmıştı. Fiziksel olarak yorulmuş, ruhsal olarak yıpranmıştı. Kıbrıs’ın kuzeyi ve güneyinin eşit hak ve demokratik değerlerle yeniden bir araya gelmesinin en doğru çözüm olduğuna inanan sosyalist hareketin içinde yer alıyordu. Ama tercihi annesiyle arasını bozmuştu. “Baban, bu kapıdan çıktı ve bir daha da geri dönmedi. Kim bilir hangi toplu mezarın içinde? Sen de kalkmış babanın katilleriyle yeniden beraber yaşayalım istiyorsun! Asla!” Aynı adayı paylaşan iki farklı etnik grup, Türkler ve Rumlar; başta Yunanistan, İngiltere ve Türkiye olmak üzere pek çok elin dâhil olduğu savaştan ağır yaralar alarak çıktı. Farklı dillerin aynı ses vurgularında selamlaşan insanlar birbirlerinin katili olmuştu artık. “En çok da ne gücüme gidiyor biliyor musun? Vahşi hayvanlar gibi birbirimize saldırmayalım diye aramıza döşenen şu dikenli teller… Bitsin artık bu düşmanlık, barışalım geçmişle, iyileşelim…” dedi. Elini tuttum, sarıldım. Ben bir ülkeyi, toprağı sevmenin ne demek olduğunu kusursuz destanlar anlatanlardan değil ‘öteki’ni kendi kaybından, kendi acısından tanıyıp saran onun gibi koca yürekli insanlardan öğrendim.


***

Uluslararası hukukun, siyasetin, ticaretin dışında bırakılmış, Akdeniz’in ortasında bir garip korsan devlettir Kuzey Kıbrıs. Türk ve Rum milliyetçilerinin kıskaçları arasında güvercinleri paramparça edildi. Helenizm ve Türkçülük kavgasından geriye, binlerce ölü, binlerce kayıp, yerinden yurdundan edilmiş, hasret mahkûmu binlerce insan kaldı. Ne Rumlar Enosis ile ne de Türkler Taksim fikri ile özgürleşebildiler. Çünkü özgürlük, ayrıların ayrı olmasıyla değil, ayrıların bir arada kalabilmesinden alır asıl gücünü. Olmadı. Adayı etnik şiddete sürükleyen kutuplaştırıcı, düşmanlaştırıcı, ayrıştırıcı dil hâkim geldi. Tarihi ve politik tercihlerin sonucu, üstünlük ve güçsüzlük duyguları arasında gidip gelen iki halk, adanın yüz ölçümü sınırlarına taşan uluslararası siyasetin müdahale alanına dönüştürüldü. Kıbrıs’ın Kuzeyi, bugün iradesi teslim alınmış, kimsenin göz önünde görmek istemeyeceği pis işlerin döndürüldüğü, siyasi ve ticari rant kovalayan ensesi kalın, cüssesi genişlerin kayıt dışı ülkesi haline geldi. O yüzden Kıbrıs’ta yaşanan Kıbrıs’ta kalmaz. O arka bahçede kim iş döndürüyorsa uyuşturucusu da, kadın ticareti de, kumarı da, mafyası da, suikastı da ona aittir. Soruşturmalar da tam o sınırda bulanıklaşıverir hemen. Ancak hadise kendini çeşitli göstergelerle belli eder. Önceki gün, bir tabutun üzerine konmuş iki bayrak gibi…

***

Küçücük adaya, dünyalar kadar kara parayı sığdırmış Kıbrıslı Falyalı’nın kalaşnikoflarla taranmış cenazesinin taşındığı tabut, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs bayraklarıyla örtüldü. Siyasi perspektifi taksim fikrine ve ana vatan Türkiye’nin iradesine bağlılık olan; bir önceki başkanı Falyalı’nın tehdit kaseti sebebiyle istifa etmiş iktidar partisi, yeni başkan ve milletvekilleriyle cenazede en önden yerini aldı. Erdoğan’ın, Türkiye ile eşit ilişkiler kurmak istediğini söyleyen Mustafa Akıncı’nın yerine geçmesinden memnuniyet duyduğu yeni Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, “Değerli bir kardeşimizdi” dediği Halil Falyalı’yı rahmetle andı. “Bu ülkeye yatırımlar yapmıştı.”

***

Yıllar önce o gün, saatlerce oturmuştuk güzeller güzeli Bellapais’in karşısında. Halkların huzur ve mutluluğunu kendi çıkarları için manipüle edip bozmaktan bir an bile tereddüt etmeyen ikiyüzlü siyasetten dertlenip Barış Manastırı’nı seyretmiştik. Bugün de, tıpkı yan yana oturuyormuşuz gibi, suçun üzerine örtülmüş bayraklara bakıyoruz kederle. Ama hâlâ aynı mücadele inadıyla… Milim vazgeçmeden.