Çocuktum. 6, belki 7... Sarı taşlı göçmen evinin bahçesinde şarkılar söyleyerek kedi peşinde koşmanın en keyifli yaşındaydım. Yorgunluktan bacaklarım titremeye başladığında, tatlı limonatanın kokusunu içime çeker, oturduğum sekiden, tutkuyla sarıldığı evin duvarında bir isyan gibi patlayan o pembe çiçekleri izlerdim. Cemile deriz biz; begonvilin en güzel adıdır bana göre. Coşkun dallarından taşan çiçekler, sıcaktan mayışan zihninizde şen kahkahalar patlatır. Adanın süsü, yazın rengidir.
Asfaltın üzerinde hayaletlerin dolandığı, karasineklerin bile kanat oynatmaya üşendiği, cırcır böceklerinin çığırından çıkan bir şarkı tutturduğu o ağustos günü; annemin kucağına sessizce kıvrıldım. Annemin, annesinin yanında nasıl da çocuklaştığını; anneannemin teyzesinin yanında nasıl da otoritesini yavaşça yere bıraktığını, tabiki hiç anlamadan izledim. İsmet teyzem, yerden topladığı bir avuç çiçeği saçlarıma kondurdu. Yüzündeki derin çizgilere yerleşmiş hüzün, çocuk gülüşümle dağıldı. O gün, cemilenin gölgesine sığdırdığımız tahta sandalyeler üzerinde bir daha aklımdan çıkmayacak kadar çok güldük. İsmet Teyzem, arabası kurşunlanarak öldürülen bir gazetecinin karısı değilmiş gibi baktı. Ya da ben, bir an için bile, acısını unutabilmiş olmasını diledim.
İsmet’in kocası Ahmet Muzaffer Gürkan’ın, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin barış içinde yaşamasını istemek gibi ‘haince’ bir isteği vardı. Kendisi gibi avukat olan arkadaşı Ayhan Hikmet’le birlikte Cumhuriyet gazetesini kurmuş ve Kıbrıs topraklarında Rum’la Türk’ün bir arada yaşamaması için kurulan karanlık tezgâhların peşine düşmüştü. Pompalanan milliyetçiliğin, düşmanlığa odun taşıdığı günlerden birinde Bayraktar ve Ömeriye camileri bombalandı. Devlet failleri bulamıyordu. Ve tarih buna hiç şaşırmıyordu.
Gürkan ve Hikmet, bombalayanları açıklayacaklarını ilan ettiler. Aynı günün gecesi, 23 Nisan 62’de öldürüldüler. Yıllar sonra, Kıbrıs’ta sivil direnişi örgütleyen isim olarak bilinen emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, “halkın mukavemetini artırmak için Kıbrıs’ta, düşman yapmış gibi cami yaktık” diyecekti. ‘Vatan haininin karısı’ olarak hayatı tehditle geçen İsmet teyzem artık yoktu. Biz, bu itirafı eniştemle yan yana uyudukları toprağa fısıldadık.

Önlerindeki bütün barış engellerini kaldırdılar. Diledikleri gibi savaş çıktı. İnsanlar öldü. Çocuklar kimsesiz, çocuklar yurtsuz kaldı.
Akdeniz’in ortasında ufak bir ada, dünyanın acısını sırtlandı. Çekilen sınır, hayatları iki yana savurdu. Mikrofonlara öfkeli salyalarını bırakan politikacılar, barış savunucularından vatan haini çıkartmaya çalıştı. Gürkan öldü, Hikmet öldü, İsmet öldü. Bugün, 50 yıl sonra, insanlar yeni bir barış umudunu kucakladı. Yenisi eskisinden kötü olacak diye korktuğumuz bir yıla girerken biz Türkiye’de, Kıbrıs’ta Rum ve Türk halkının liderleri, yan yana, iki dilde yeni yıl mesajı yayınladılar. Akıncı Rumca, Anastasiadis Türkçe konuştu. Güldüler, kamera arkasında yanlış telaffuzlarıyla dalga geçip birbirlerine sarıldılar. Onlar gülünce, sımsıcak oldu ada. Kuşlar uçuştu, İsmet’in bahçesindeki o güzel cemile pembe çiçeklerini coşturdu.

Bölünmüş Lefkoşa’da bir araya gelip kahve içtiler. 40 yıllık hatır, 40 yıllık sınırı kaldırdı. Müzakereler, daha önce görülmemiş bir hızda ilerliyor, iki lider de, her fırsatta barışa olan inançlarını vurguluyordu. Ve barış, ancak yüzleşmeyle, savaşın paramparça ettiği yaşamları iyileştirerek gelecekti. 63-64 yıllarında meydana gelen olaylar ve 74’te Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi sırasında kaybolan yaklaşık 2000 Rum ve Türk’ün gömüldükleri yerlerin bulunup ailelerine teslim edilmesi için çalışma başlatıldı.
Düşman sesler yok mu? Var. KKTC’nin kuruluş yıldönümünde güney Kıbrıs’ta Türk plakalı dört araca saldırı düzenlendi. Kıbrıslı Rumlar, yan yana oturarak çizdikleri barış sembolünün fotoğrafını bütün dünyaya servis ettiler. Barışın, umudun resmini çizdiler. Rum lider, az ve öz konuştu. Irkçı Rumlara “aptallar” diye bağırdı. Kıbrıslı Türklere üzüntülerini iletti.

Çocuktum. Barış için ölümü göze alan idealist bir gazetecinin, Ahmet Muzaffer Gürkan’ın karısı İsmet Teyze’min yüzüne, ellerine, saçlarına yerleşen o hüzünden öptüm. Barış, derin bir nefese dolan mutluluktu, ondan öğrendim. Yaşasaydı, hepimizin gözlerinden öper, yüreğinizi karartmayın derdi. Bugün değilse, bir gün mutlaka...