Türkiye bir haftadır kıdem tazminatı ile yatıp kalkıyor...

Türkiye bir haftadır kıdem tazminatı ile yatıp kalkıyor. Kıdem Tazminatı Fonu kurulmasının yeni hükümet programında yer almasının ardından kıdem tazminatına ilişkin çok sayıda haber ve yorum ortalığı kapladı. Bazıları fonun “yararlarını” sıralarken, önemli bir bölümü ise 2010 yılında hazırlanan Ulusal İstihdam Strateji Belgesi’ndeki saptamalardan hareketle kıdem tazminatına yönelik olası tehlikelerin altını çiziyor. Nitekim bu strateji belgesine dayalı olarak Dünya gazetesinde (18.7.2011) yer alan bir haberde “20 yıllık kıdeme 6 aylık kıdem tazminatı”  verilmesinin planlandığı belirtildi.

Haberlerin dayandığı Strateji Belgesi uzun zamandır biliniyor. (tam metin olarak sendika.org tarafından yayınlandı, 4 Şubat 2011). Öte yandan Çalışma Bakanlığı tarafından İş Yasasında yapılması düşünülen değişikliklere ilişkin (henüz kamuoyuna açıklanmayan) hazırlık çalışması taslağının iç yüzünü de BirGün’de açıklamıştık (23 Kasım 2010). Gerek strateji belgesi gerekse bakanlığın söz konusu taslağı kıdem tazminatının başına bir şeyler geleceğinin açık kanıtı. Şimdi hükümet programıyla bu tehlike bir kez daha teyit edilmiş oldu. Zaten kıdem tazminatı on yıllardır işverenlerin hedefinde.

OECD ORTALAMASI SAÇMALIĞI

Evet kıdem tazminatının başına bir şeyler gelecek! Ama ne gelecek? Hükümet tarafından henüz tam olarak sahiplenilmeyen ve bir “teknik” çalışma olarak adlandırılan Strateji Belgesine göre kıdem tazminatı OECD ortalamasına çekilecekmiş. Bu ortalama 20 yıllık çalışmaya 6 aylık tazminatmış. Çeşitli ülkelerdeki kıdem tazminatlarının aritmetik ortalaması alınarak bulunacak sonuç saçmadır. Velev ki böyle bir ortalama olmuş olsun. Ne olacak? Örneğin pek çok OECD ülkesinde ikramiye, sosyal yardımlar, öğlen yemeği ve servis uygulaması yok. Peki ne olacak şimdi? Onlar da OECD ortalamasına mı çekilecek?  Kıdem tazminatı OECD ortalamasına düşürülürken ücretler de OECD ortalamasına mı yükseltilecek? Bu saçma sapan tartışmayı reddetmek gerekir. Kıdem tazminatı ülkemiz çalışma ilişkileri açısından özgün bir yeri olan ve ücretin bir parçası olan temel bir işçi hakkıdır.

Gerçi hükümet bu OECD ortalaması kadar kıdem tazminatı iddialarını sahiplenmedi (19.07.2011, hurriyet.com.tr.) Ancak başbakan yardımcısı Babacan’ın şu vurguları önemliydi: “Çalışanlarımız rahat olsunlar biz onların kazanılmış haklarına ya da mevcut haklarına zarar getirecek bir çalışma yapmayız. Bizim kıdem tazminatı fonuyla ilgili çalışmamız mutlaka çalışanların haklarını koruyacak bir bazda oluşacaktır. Çalışanların haklarını korurken işveren üzerindeki yükleri de daha makul daha sürdürülebilir daha öngörülebilir bir çerçeveye oturtmaktır, çalışmanın amacı budur.” (vurgular benim)

Aslında kıdem tazminatının başına ne geleceğinin yanıtı bu satırlarda saklı. Kıdem tazminatını bekleyen tehlike bu satırlarda yatıyor. Birincisi, çalışılmış sürelerin kıdem tazminatıyla bundan sonra çalışılacak sürelerin kıdem tazminatının ayrıştırılmasıdır. Kazanılmış haklar korunacak derken bu anlatılıyor. Bu eski işçi-yeni işçi ayrımı şeklinde de yapılabilir. Böylece eski işçilerin hakları korunurken yeni işçilerin veya çalışmaya devam edenlerin kıdem tazminatı hakkı budanmış olacak. Bu özellikle “sosyal güvenlik reformu” sırasında denenmiş, başarılı olmuş ve işçileri bölmüş bir taktiktir. Sadece “işçilerin kazanılmış hakları” değil, temel bir işçi hakkı olarak kıdem tazminatı herkes için korunmalıdır.

HEDEF MİKTARI ve SÜREYİ DÜŞÜRMEK

Kıdem tazminatını bekleyen ikinci tehlike fon kurulması ve miktarının düşürülmesidir. Çünkü gerekçelerdeki temel vurgu işverenler üzerindeki kıdem tazminatı yükünün hafifletilmesidir. Bunun bir tek yolu vardır. İşverenlerin kıdem tazminatı için ödedikleri miktarın azaltılması. Nitekim işveren örgütleri yıllardır kıdem tazminatının 15 güne düşürülmesini istiyor ve 30 gün üzerinden prim ödenecek bir fon uygulamasına sıcak bakmıyor. Çünkü kıdem tazminatı 30 gün üzerinden ödenmeye devam edilirse, işverenlerin fona ödemeleri gereken aylık oran yaklaşık yüzde 8’dir. Aksi halde fonun gelirleri giderlerini karşılayamaz. Oysa bugün işverenlerin fona yüzde 3 prim ödemesinden söz ediliyor. Bunun tek bir anlamı var: Bu oranla 30 günlük kıdem tazminatı ödenemez.

Bu nedenle Kıdem Tazminatı Fonu sadece fondan ibaret değildir. Fonun doğal uzantısı mikarın da düşürülmesidir. Fon, kıdem tazminatı süresinin de düşürülmesine yol açacak bir mekanizmadır. Bu nedenle kıdem tazminatı ne fon açısından ne ne süre açısından tartışmaya açılmamalı ve bir işveren yükümlüğü olarak kalması sağlanmalıdır. Tek başına fon uygulaması bile işçiler için güvencesizliğin artması anlamına gelmektedir. Fon kıdem tazminatı ile işveren bağını kopartacağı için işten çıkarmaları kolaylaştıracaktır. Öte yandan gerekli kaynak toplanamaması durumunda fon kamunun sırtına yük olacak, işverenlerin kıdem tazminatı yükünü kamu yüklenmek zorunda kalacak veya kıdem tazminatı fonunda para yok gerekçesiyle kıdem tazminatı miktarının düşürülmesi gündeme gelebilecektir.

SENDİKALAR BÜYÜK VEBAL ALTINDA

Kıdem tazminatı konusunda yürütülen tartışmalar, hükümete yakın bazı sendikacıların ve yazarların sandığı gibi kıdem tazminatını garantiye almayla ilgili değildir. Asıl amaç işverenlerin kıdem tazminatı “yükünün” düşürülmesidir. Burada moda deyimle bir kazan-kazan durumu yoktur. Yapılacak düzenlemenin asıl amacı sözde işgücü piyasasının “katılıklarının” azaltılmasıdır. Katılık olarak adlandırılan ise kıdem tazminatının miktarı ve işten çıkarmada işveren tarafından ödeniyor olmasıdır.

Yok, amaç kıdem tazminatını alamayan işçinin hakkını korumaksa bunun yolu ne kıdem tazminatı fonu ne de miktarının düşürülmesidir. Kıdem tazminatının ödenmesini kolaylaştıran yasal düzenlemeler yapılabilir. Kıdem tazminatı ve diğer yasal yükümlülüklerinden kaçınan işletmeler daha sıkı denetlenir. En önemlisi, sendikalaşmanın önündeki engelleri kaldırırsanız işçiler sendikayla ve toplu sözleşmeyle kıdem tazminatlarını alırlar, kimselere bırakmazlar.

Kıdem tazminatı konusunda en önemli hata konunun bir fon ve kazanılmış hakların korunması pazarlığına indirgenmesi olacaktır. Böylesi bir pazarlık daha baştan kaybedilmiş olacaktır. Sendikal örgütler büyük vebal altındadır. İşçilerin, ücretlilerin en önemli kazanımı tehdit altındadır. Bu vebalin altından kimse kalkamaz.