AKP’nin neoliberal-piyasacı yüzünü teşhir ederek, sağlığın, sosyal güvenliğin, eğitimin, ulaşımın parasız olması gibi taleplerle yeni ittifaklar ve fiili ve meşru yeni mücadele alanları inşa etmek gerekiyor

Kıdem tazminatını savunarak “Hayır bitmedi” demek

Zafer Aydın

Memleketi tek adamın emir ve kumandasına sokmak üzere yapılan referandumda sandığa giren “hayır” hileyle, hurdayla “evet” olarak çıktı. Bu sonuç üzerine el çabukluğuyla yatmaya çalışan AKP, beklendiği gibi, kıdem tazminatının fona devredilmesini öngören düzenlemeyi gündemine aldı. Görünen o ki, AKP, referandum sonrası ulusal ve uluslararası arenada var olan sorunlarına “gayri meşru” ilan edilmiş referandum sonuçlarının yükünü de ekleyerek yürümeye çalışırken emekçilere yönelik saldırılarının dozunu arttırmaktan da geri durmayacak. AKP’nin kıdem tazminatına yönelik saldırısının referandumda “evet” ve “hayır” üzerinden ortaya çıkan saflaşmayı enine kesen yeni bir kulvar açacağı çok belli. Çünkü, AKP “evet” verdi ya da “evet” çıktıktan sonra meydanlarda Erdoğan marşı eşliğinde göbek attı diye işçileri ayırarak bir düzenleme yapmayacak, hedef tahtasında bütün emekçiler olacak.

Öte yandan sermayenin uzun süredir beklediği kıdem tazminatının tasfiyesi için yapılan hazırlıkları, AKP’nin ulusal ve uluslararası sermaye ile yeni bir uzlaşı arayışı olarak da okumak mümkün. Nitekim Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin 26 Nisan 2017 tarihinde, İstanbul Sanayi Odası’nın aylık olağan meclis toplantısında söylediği “piyasalara ciddi katkılar sağlayacak Kıdem Tazminatı Fonu’nda sona geldik. Bu sadece finansal piyasaya derinlik kazandıracak bir proje değil. Aynı zamanda üretim ve sanayinin içindeki gizli tehdidi, gizli yıkım ve korkuyu ortadan kaldırılacak, rahatlatacak bir düzenleme olacak” sözleri hem uzlaşı arayışını hem de hazırlığın ne amaçla, kim için ve kime karşı yapıldığını göstermektedir.

Dolayısıyla kıdem tazminatı, AKP karşısında kartların yeniden karıldığı bir düzlem ortaya çıkaracaktır.

AKP’nin seçmen tabanında emekçilerin de hatırı sayılır bir yer tuttuğu malum. AKP emekçilerin haklarında ciddi bir tasfiyeye ve daraltmaya gitmiş olmasına rağmen onlardan oy almaya devam etti. Emekçiler, sosyal kimlikleriyle değil, etnik ve dinsel kimlikleriyle AKP’ye oy verdiler. Bu halkoylamasında ise bu durum biraz değişti. Serkan Öngel’in 20 Nisan 2017 tarihinde BirGün’de yayımladığı analize göre sanayi şehirlerinde ve işçilerin yoğun olarak bulunduğu bölgelerde AKP’ye onay verenlerin oranı azalmaya yüz tuttu. Yani emekçilerin AKP ile arasındaki bağ incelmeye başladı. Bir yandan kıdem tazminatının tasfiyesi ile güvencesizliğin büyüyecek ve yeni işçi kıyımlarının gündeme gelecek olması öte yandan yaşanan ekonomik krizin bedelini işçilerin işlerini kaybederek ödemeye başlaması kredi kartı taksitlerini ödeyebilme “istikrarı” adına AKP’nin “istikrarına” destek veren emekçilerde bir kopuş yaratacaktır.

Yaşanan incelmenin ve kopuşun anlamlı bir dönüşüme yol açabilmesi için, izlenecek siyaset büyük önem kazanmış durumda.

Kabul etmek gerekir ki, AKP her seçim döneminde dini ve milli bir argümana yaslanarak toplumun önemli bir kısmını arkasına dizmeyi başarabildi. Toplumun bir parçası olan emekçiler de bu durumdan azade sayılmaz. Emekçilerin AKP’nin etki alanının içinde kalmasının bir nedeni toplumun muhafazakârlaşması ise, bir diğer nedeni de emeğin sorunlarının sosyal ve siyasal zeminde sahipsiz kalmasıdır. Sosyal zeminde sendikaların bir kısmı vesayet altında, bir kısmı zayıf bir kısmı da hem zayıf hem de paçasını AKP’ye kaptırdığı için ağzını açamaz durumundadır. Bu nedenlerle AKP karşısında üyelerini tutum almaya çağıramıyorlar. Oysa sendikalar AKP’nin emekçi karşıtı uygulamaları karşısında tutum almış olsa bunun bir karşılığı olacağı, geçmişteki örneklerle bilinmektedir.

Siyasal alanda ise sosyalist solun gücü sınırlı, bu nedenle sonuca doğrudan bir etkisi söz konusu değil. Sosyal demokrat bir parti kimliği taşıyan CHP ise emeğin sorunları ve talepleri doğrultusunda siyaset yapmaktan uzak duruyor. Bir dönemini AKP’ye yedeklenerek geçirmiş liberallerden tembihli bir biçimde, toplumun değerleriyle kavga etmeme adına muhafazakar dil ve argümanlarla topluma sesleniyor. Bu yolla onları AKP karşısında tutum almaya çağırıyor. Eğreti duran bu dil ve tarz, doğal olarak karşılık yaratamıyor. Referandumda bu tarz ile sonuç alındığı değerlendirmesi ise, büyük bir yanılsamadır. Çünkü referandumda muhafazakar ve milliyetçi tabanı “hayır”a yönelten itki, muhalefetin “saygın” dili değil, AKP’ye, Erdoğan’a ve onların tek adam rejimine duyulan tepkidir.

Toplumun muhafazakâr ve milliyetçi kesimlerini AKP’nin kontrol ettiği alanın dışına çıkarmadan, tutum ve davranışlarında bir değişiklik yaratmadan memleketi düze çıkarmak zor. Bu da ancak sosyal kimliklere seslenen bir bütünlüklü siyaseti örmekle mümkün. Hakları elinden alınan, sendikalaşma, grev hakkı ortadan kaldırılan, yoksullaşan, yoksulluk, açlık sınırının altında çalışan, savunmasız, güvencesiz emekçilerin sorunlarını somut bir program çerçevesinde ele almadan, onlarla buluşmak olanaklı değil. Bu nedenle anti- kapitalist bir yönelim içinde AKP’nin neoliberal-piyasacı yüzünü teşhir ederek, sağlığın, sosyal güvenliğin, eğitimin, ulaşımın parasız olması gibi taleplerle yeni ittifaklar ve fiili ve meşru yeni mücadele alanları inşa etmek gerekiyor.

AKP’nin kıdem tazminatını tasfiyeye hazırlanması, bunu gündemine alması referandumda “hayır” temelinde sağlanan buluşmaya, yeni bir biçim ve içerik kazandıracağı gibi, AKP karşıtı zemini de büyütecektir. Hayır cephesi yeni güçlerle takviye olurken, sosyal muhalefet zemini de güçlenecektir. Dolayısıyla aşağıdan “Hayır Meclisleri” ve diğer hayır buluşma zeminleri aracılığı ile kıdem tazminatını savunmak, AKP’nin kıdem tazminatını tasfiye için yaptığı hazırlıkları teşhir etmek üzere kolları sıvamak gerekir. Kıdem tazminatını savunmak “hayır bitmedi” sözüne de yeni bir anlam kazandıracaktır.