Preisner “Açıkçası sanatın geleceği konusunda iyimser değilim. Teknolojik gelişmeye zihinsel olarak da entelektüel olarak da hazır olmadığımızı düşünüyorum” diyor.

“Kieslowski’yle aramızda harika bir bağ vardı”
Zbigniew Preisner ve Krzysztof Kieslowski. (Fotoğraf: Kieslowski Arşivi)

Ulaş Bager Aldemir

Zbigniew Preisner, Véronique’in İkili Yaşamı, Üç Renk üçlemesi, Damage, When A Man Loves A Woman, Secret Garden ve Fairytale: A True Story gibi filmlere besteler yaptı. Polonyalı bestekâr ve kompozitör Preisner en çok Krzysztof Kieslowski’nin Üç Renk üçlemesine yaptığı eserlerle biliniyor. Biz de Preisner ile müzik, sinema ve kendi serüveni üzerine söyleştik.

Müzik, sinematografik ifadenin ayrılmaz bir parçası... Peki, siz, sinema ve müzik ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Müziğini yapacağım bir filmi izlerken, her seferinde, filmin zaten bir müziğinin olduğu ve benim rolümün sadece onu doğru şekilde okumak olduğu izlenimine kapılıyorum. Müzik bir filmin tek metafizik unsurudur, onu göremesek bile duyabiliriz.

Ben sessizliğin, film müziğindeki en önemli öge olduğunu düşünüyorum ama sessizliği duyabilmek için, öncesinde ve sonrasında bir şey çalmanız gerekir. Filmin müziğini her zaman, görüntüye eşlik eden, onu tamamlayan bir öge olarak bestelemeye çalışıyorum: Mesajın taşıyıcısı olan bir müzik… Pek çok filmde anlatımlar için seslendirme kullanılır, benim müziğimse Krzysztof Kieslowski’nin filmlerinde söylenmeyeni söyleyen o seslendirme olmuştur.

Kendi serüveninizi göz önünde bulundurduğunuzda, sinemanın müziğiniz üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri hakkında neler söylemek istersiniz? Ayrıca, sizin imgeleminize etkisi bağlamında hangi sanat eserlerinin altını özellikle çizmeliyiz? Kısacası Zbigniew Preisner’in poetik kaynakları nelerdir?
Bir film müziği bestecisi olarak, her filmin farklı bir hikâye anlattığını biliyorum. Dolayısıyla, aslında ilham kaynağım da üzerinde çalıştığım filmler. Bu yüzden de mesleğimin olumsuz yanı, zaman zaman bana ilham vermeyen ya da ilgimi çekmeyen filmlerden teklif almak ki bu durumda çoğu zaman hayır diyorum çünkü yönetmenlerle ilişkimde dürüst olmak istiyorum. Para her şey değildir…

Benim açımdan Preisner müziği, La Double Vie de Véronique bağlamında anlam kazanır. Dinsel temaların, deyiş yerindeyse gotik ve tekinsiz atmosferin eşlik ettiği, kısacası geleneğin modern bir ifâdeyle birleştirildiği inanılmaz besteler… Krzysztof Kieślowski’yle çalışmak ve La Double Vie de Véronique sizin için nasıl bir serüvendi? Bu örneklem bağlamında, film müziği yapmanın inceliklerinden söz edebilir misiniz?
Daha önce de söylediğim gibi, Kieslowski’yle aramızda harika bir bağ vardı. Véronique’in İkili Yaşamı birlikte çalıştığımız 14'üncü filmdi, dolayısıyla birbirimizi çok iyi tanıyorduk; Krzysztof da film müziğinin gücüne giderek daha da güveniyordu. Ben de Kieslowski’nin filmde ne tür bir sessizlik istediğini biliyordum. Véronique’in İkili Yaşamı’nın senaryosunu okuduğumda, başrolümün filmde seslendirdiği şarkıyı bestelemekle işe başladım. Senaryoda benim için tek bir not düşülmüştü: “Veronika güzel bir şarkı söyler.” Kieslowski’nin “ne hakkında olmalı, ne kadar sürmeli, sözü olmalı mı” gibi sorularıma cevabı açıktı: “Bilmiyorum, besteci sensin”.

Ne bestelemem gerektiğine karar vermem biraz zaman aldı ama sonunda Dante’nin İlahi Komedya’sından alıntı yapma fikrini buldum. Birkaç cümle buldum ve bunlar için bir müzik besteledim. Bundan önce, aynı filmde kullanılan Les Marionnettes gibi başka tema müzikleri de bestelemiştim.
Ben müziğimi her zaman stilleri ya da formları analiz etmeden besteliyorum. Müziği hiçbir şey için stilize etmiyorum, içgüdülerimi takip ediyorum.
Bir zamanlar, bir öğrencinin Véronique’in İkili Yaşamı’nın müziği hakkında yazdığı bir makaleyi okumuştum. Her cümle, her anahtar değişimi, dinamik, müziğin renkleri; her şey analiz edilmişti ama dürüst olmak gerekirse ben bunlardan hiçbir şey anlamadım. Okuduğum şey müziğimdeki matematiği anlatıyordu. Bunu Kieslowski’yle birlikte okurken çok eğlenmiştik…

İşitsel olanla görsel olanın poetik statüsü bağlamında birçok felsefî tartışma mevcut. Platon’dan Schelling’e, sanat hakkında düşünen birçok filozofun bu mesele hakkında da akıl yürüttüklerini biliyoruz. Sinema, bu tartışmanın deyiş yerindeyse savaş alanı gibi. Sizce, işitsel ve görsel tecrübe arasında sinematografik açıdan hiyerarşik bir ayrım yapılabilir mi, yoksa bu ikisi bir bütün olarak mı ele alınmalıdır?
Bu soruyu tam olarak anlayıp anlamadığımı bilmiyorum açıkçası, benim şahsen film denen sanata çok büyük bir ilgim yoktu. Sinema onuncu ilham perisidir, tam olarak da onun alanıdır. Akılda kalan bazı önemli filmler vardır çünkü önemli konulardan bahsederler; parlak oyuncuları vardır; harika görüntüleri, sesleri, müzikleri vardır çünkü yönetmen bunların tümüne önem vermiştir. Fakat çoğu film “anlattık bitti” türündedir ve hafızalarda hiçbir iz bırakmaz.

Son olarak, hem sinemanın hem de müziğin, kültür endüstrisiyle doğrudan ilişkili iki sanat olması nedeniyle, sizinle sanat ve piyasa sorunu hakkında konuşmak istiyorum. Her şeyin popüler bir tüketim nesnesine dönüştürülerek değersizleştirildiği bir çağda, ya da Walter Benjamin’in deyişiyle söylersek “Sanat yapıtının tekniğin olanaklarıyla yeniden üretilebildiği” bir çağda, sanat hâlâ mümkün müdür? Kısacası bir müzisyen olarak sanatın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Açıkçası sanatın geleceği konusunda iyimser değilim. Teknolojik gelişmeye zihinsel olarak da entelektüel olarak da hazır olmadığımızı düşünüyorum. Birinin tekmelediği ve kimsenin nereye uçtuğunu bilmediği bir top gibi olduğumuz izlenimine sahibim, filozoflar ve edebiyatçılar tarafından da tarif edilemeyen bir gerçeklikte yaşıyoruz.

Bir yandan izleyici, sanat denilen her şeye çok daha kolay erişebiliyor ama diğer taraftan sanat önemini yitiriyor, popülist sanat kazanıyor ama çoğu zaman buna sanat demek bile zor. Dijital film platformları, sanatsal sinemayı öldürüyor ki aynı şey müzikte de söz konusu. Bana kalırsa yayın platformları ile örneğin araba üreten şirketler arasında bir tür komplo var. Yeni üretilen arabalarda CD çalar yok ama Spotify uygulaması var…
Önceleri stüdyomdan arabayla gelirken yeni yaptığım müziği dinliyordum, analiz ediyordum; şimdi bunu yapamıyorum. Aynı şekilde yolculuğa çıkarken en sevdiğim disklerimi yanıma alamıyorum. Bebeği, banyo suyuyla birlikte dışarı atıyoruz!

Çeviren: Kerim Can Kara