Kyproslu bir heykelci olan Pygmalion, kadınlardan nefret ederdi. Ant içmişti; Ömrü boyunca evlenmeyecekti...

Kyproslu bir heykelci olan Pygmalion, kadınlardan nefret ederdi. Ant içmişti; Ömrü boyunca evlenmeyecekti. Sanat yetiyordu kendisine. Bir gün bir kadın heykeli yapmaya karar verdi. Kili yoğurdu, o zamana kadar yapılmış en güzel kadın heykelini yaptı. Yaptığıyla yetinmedi,  usta parmaklarıyla yeniden yeniden biçimlendirdi. Sonunda o fildişi parçasına tutuluverdi. Gece olunca yatağına yatırdı onu, öptü, kokladı. Düşlerinde hep onun canlandığını gördü. Ama sonunda cansız bir şeyi sevdiğini, o acı gerçeği anlayıverdi. Aşk tanrıçası mutsuz delikanlıya yardım etmeye karar verdi. Pygmalion, heykelinin karşısına geçmiş onu uzun uzun incelemişti. Eğilip o cansız dudaklarından heykeli öptüğünde her şey değişmiş ve heykel öpüşleriyle canlanmıştı. Ovidius’tan günümüze aktarılan mitte heykelcinin öyküsü...
Kadın, oyarak yarattığı fildişinden kurtulur ve bağımsız olur. Pygmalion’da yaratıcısı olarak değil eşiti olarak ilişkiye girer. Bunun tersine Rodin, canlı olanla yaratılmış olan arasındaki iki yanlılığı sonsuza dek sürdürmek ister. Camille Claudell’le 15 yıl sürecek çetrefil ve fırtınalı ilişkisi de bu ikilikte şekillenir. 
Isabelle Adjani, Gérard Depardieu’nun başrolü paylaştıkları Bruno Nuytten  imzalı “Camille Claudell” (1989) filmi MoMA’da geçtiğimiz hafta yeniden gösterildi ve disiplinlerarası oturumlar düzenlendi*.  Heykel-sinema- kadın minvalinde, erkek egemen dil tartışıldı. 
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yaşayan modern heykelin öncüsü  Aguste Rodin, heykeli yalın bir ifade ile “çukurlar ve çıkıntılar yapma sanatıdır.” diye tanımlar.
1864’te “Kırık Burunlu Adam” eseri eleştirmenler ve siparişi veren salon tarafından reddedilir. Büst dönemin hiçbir normuna uymamaktadır, yüzün darbeli olarak kayda geçmesi algılanamaz.
Rodin’e göre pürüzsüz yüzey, gerçekten kopuktur. Çizgileri, darbeleri ve tüm ifadeleri ile yüzeyin deformasyonu; modern heykeli doğuracaktır. Tunç çağı eseri ise insan vücudundan alınmış bir döküm olduğu iddiası ile reddedilir. Oysa deha, gerçeğe o denli yaklaşmıştır.
Bu reddedilişten sonra on üç yıl atölyesine kapanan Rodin, sezgilerini dinleyerek bütün eleştirilere rağmen kendi tekniğini uygular. Daha sonra müzeye dönüşecek köy evine yerleşir ve tamamen doğayı incelemeye başlar. Doğadaki dengeyi; insan vücudunda, şekillendirdiği kil ve bronz figürlerde arar. Mermerle çok az ilişki kurarak, kille çalışıp daha sert malzemeleri yontmayı işçilerine bırakır. Kil & ten onun kafasında iki yanlı ölümcül biçimde bağlantılıdır.
1883 yılında Rodin’in, atölyesinde heykeltıraş olarak çalışmaya başlayan Camille, modeller ve diğer sanatçılar tarafından kıskançlık ve şüpheyle izlenir.
İki yılda adım adım şekillenen birliktelikten sonra Eylül 1885’te tutkulu ilişkileri boyut değiştirerek devam eder.  Rodin ve Camile, kille birlikte birbirlerinin vücutlarını da yoğurarak yeni arayışlara, puslu bir döneme girerler. “Bitimsiz ilahem” dediği Camille, Rodin’in aradığı modeldir. Usta, Kusursuz Havvayı bulmuştur . Yaratıcısını tamamlamaya gelen o giz Camille’nin bedenindedir. Cehennem kapıları kısa bir süre sonra açılacaktır. İkisi de bu durumu sezer.
Camile, önemli eseri “Çakuntala”yı bu olaylardan sonra gerçekleştirir. Eser, Hint efsanesine dayanır. Kaybolan sevgilisini bulunca sevinçten sarhoş olan kral, bir sonsuzluk anında belleğine kavuşur.
Ateş  nöbetleri, Camille ve Rodin’in yakasını bırakmaz.. Zorlandıkça daha da güçleşen birliktelik Camille’nin akıl hastanesine yatmasıyla filen biter (temmuz 1913). Claudel’i, Nöbetler eşliğinde geçecek bir otuz yıl bekler.
Skandalları  göze olan, dönemde erkeklere mahsus bir sanat dalını seçebilecek bu yürekli yaratıcı; vahşi yapısıyla maceraya atılır. Görsel anlamda ender denecek güçte ve özgünlükte eserler bırakır. Erkek egemen dünyada bitimsiz ilahe olmanın bedelini öder: Unutulur…