Devlet Bahçeli’nin Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi’ye “kılıç artığı” demesi elbette bir “devlet” söylemi. Bu söylemden haberdar olanlar için hiç de duyulmadık bir sıfat değil yani. Devletin bu ya da buna benzer ne kadar nitelemesi varsa tümünü “ideolojisi” haline getirmiş olan Devlet Bahçeli meşrebine, dolayısıyla mezhebine uygun bir sıfatlandırma yapmış demek ki.

Malum, Selvi yandaş bir gazeteci, ancak, o her ne kadar terk edip devletin “resmi mezhebi”ne sonradan dahil olsa da, Alevi kökenli bir zat. Hani şöyle ufaktan bir “muhalif” oluverdiği andan beri o terk ettiği mezhebiyle zaman zaman vururlar Selvi’ye. “Ufaktan” muhalif diyorum çünkü sıkı bir Evet’çi. Fehmi Koru gibi “Hayır oyu vereceğim” demiş de değil. Selvi’ye daha önce de mezhebi kökenini anımsatan İslamcı kalem erbabı olmuştu. Şimdi bu koroya milliyetçisi de katılmış oldu.

Bahçeli, usta bir konuşmacı falan değil bilindiği gibi. Hatta kötü ötesi biri. Ama Alevi’ye dönük, “Hepinizi kesemedik, sen de kesemediklerimizdensin” anlamına gelen “kılıç artığı” gibi bir nitelemeyi kolayca yapmasına yarayacak bir “tarihe” dayanıyor, dolayısıyla devlet zulmüne ait kavramları dile getirmede doğal bir ustalığı var.

Rahat adam haliyle. Egemen olan ne varsa, egemen millet, egemen mezhep egemen dil, egemen hars, hepsinin mensubu olduğu için ötelenmiş olmanın psikolojisini bilmez de. Adı bile “Devlet” daha ne olsun? Alevi kökenli olmak Selvi’yi yaralayacak bir durum Bahçeli’nin gözünde demek ki. Bahçeli gibiler, egemen olmanın şımarttıkları yani, karşılarındakilerinde “kusur” saydıkları ne varsa bunları dile getirmede pek perdesizler. Selvi’nin bir kolu, bir bacağı olmasaydı korkarım hakaretler bu “eksiklikler” üzerinden yapılacaktı, emin olun. Sağın hastalıklı, kibirli zihin dünyası dile böyle yansımıştır hep. Densiz bir yandaş “kalem” örneğin, Şafak Pavey’in engelli oluşunu bile diline dolamıştı, anımsarsınız.

Kusur, eksiklik, çeşitli nedenlere bağlı olarak herkeste olana sahip olmama halleri, hepsi bunların dillerinde birbirlerine karşı kullanılacak malzemeler olabiliyor. Oldu da. Bunların ağababası Necip Fazıl, insanların çirkinlikleriyle, engelli oluşlarıyla düpedüz alay eden bir adamdı. Oysa Devlet Bahçeli de, Necip Fazıl’ın “iyi öğrencilerinden” biri olan Recep Tayyip Erdoğan’ın son derece acımasız “bel altı” vuruşunun muhatabı olmuştu. Bahçeli’nin şu İslamcıların meşhur Kabataş yalanına ilişkin olarak sarf ettiği ‘’Kabataş bir yalan, özür dile. Türk’ün örfünde başörtülü kadına el uzatmak yoktur’’ sözlerine Erdoğan “ MHP’nin başındaki beyefendi, aile çoluk çocuk nedir bilmez böyle bir derdi yok” sözleriyle yanıt vermişti sözüm ona. Hiç acımaları yok bunların. Aynı Erdoğan, CHP’nin başındayken Deniz Baykal’a da “gelmişsin yetmiş yaşına” diye başlayan sözlerle vururdu. Yaptığı düpedüz “ageism”di (yaşa ayrımcılığı) oysa. Savunmasını hakaretler üzerine kuran sağ için tüm insanlık halleri küfür gerekçesi olabilir. Çocuk sahibi olmamak da yaşlı olmak da.

Böyle yetişiyorlar. Türk-İslam Sentezi bunları böyle yetiştirdi. Kendi seçimi olduğu için söylenecek bir şey yok elbette ama Selvi’nin, sığındığı, içinde yer alarak “eski mezhebine” karşı alınan ne kadar yıkıcı, kırıcı politika varsa destek verdiği Türkçü/Sünni kültür işte budur. “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” sözü bile ilk dile getirildiği andan farklı anlamlara bürünmüş durumda. “Yaratan olmazsa hiç birini sevmem” saklıdır bu sözde, bu adamların dilindeyken özellikle. “Sevmek” kendi iradeleriyle değil, aşkın bir gücün verdiği korku sonucu duyabildikleri bir histir bunlar için. Ne kadar tuhaf. Ne var ki, Selvi’nin terk ettiği anlayışta “incinsen de incitme” gibi muhteşem bir ilke var. “Haklılığını kimseye karşı bir baskı ya da küçümseme aracı olarak kullanma” demektir bu. Oysa, Bahçeli gibiler, diyelim ki, haklıdırlar öfkelerinde, bu haklılıklarını, muhataplarını yaralamaya, kırmaya, ötelemeye yeterli bir neden sayabiliyorlar. Bu nedenle karşısındakilerin, Selvi etkilenmemiş olabilir ama, kalbini kıracak en acıtan yeri bulabiliyorlar. Müthiş bir maneviyat işkencecisidir bunlar.

“Kılıç artığı” diyerek atalarının büyük günahını kabullendiklerini de hiçbir vicdani rahatsızlık duymadan ilan ediyorlar Bahçeli gibiler. Yani son derece bilinçle, kılıcın gücüne inanmış olmanın verdiği imanla yapıyorlar bunu.

Egemenin şımarıklığı, vahşetiyle baş başa gider.