Akıl sır ermiyor. “Adı ‘adalet’ olan yürüyüşü ile ana karşıtçı örgüt önderi Kılıçdaroğlu bir inanılmaza imza atıyor” derken; soluğu mu yetmiyor, akıl tutulmasına mı uğruyor, Ankara’dan onlarca kilometre yol yapıp Maltepe’ye dek ulaşmışken oradan burnunun dibindeki Çağlayan’a uzanamıyor sonra?! Uğraşıları(meslekleri) gazetecilikle değil, siyaseten hukuk-guguk anlayışıyla yargılanan Cumhuriyet’çilerin Kılıçdar’a gereksinimi var mıydı; hiç sanmam ama Kılıçdar’ın var belki, ona önerilen “Nobel adaylığı” bağlamında. Demesin sonra, “Ah gitti Nobelcik; atsaydım keşke bir adım daha, bir görünseydim ya, adalet’li bir işlere soyunan ben Çağlayan’da duruşmada…”


Nilgün Cerrahoğlu, 27.7.2017 tarihli Cumhuriyet’teki yazısında şöyle diyor: “Herkesin, tatilci şezlongunda dalgınca uyuklamak yerine bu tarihi davayı alabildiğince yakından izlemesi lazım. Musa Kart, Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Güray Öz, Ahmet Şık, Turhan Günay, Hakan Kara, Akın Atalay, Bülent Utku, M. Kemal Güngör, Önder Çelik, Emre İper arkadaşlarımızın birebir tarih yazan savunmalarına doğrudan tanıklık etmeleri lazım.(…)Yirmi gün önce ‘Adalet Yürüyüşü’nü tamamlayan Kılıçdaroğlu nerede mesela? Neden Çağlayan’da değil? Niye aramızda yok? ‘Adalet’ uğruna 430 km. yol kateden ana muhalefet lideri, Musa Kart’ın –misal ‘Eeeey vicdan!’ yakarışını yaptığı anda, bu salonda olmalıydı. Duruşma salonunda evet 20 civarı CHP temsilcisi var ama bu yeterli değil. Gözler (en azından benim gözlerim!) Adalet Yürüyüşü sonunda iddialı bir manifesto ortaya koyan Kılıçdaroğlu’nu arıyor. İngiltere’de İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn, Ahmet Şık tişörtüyle görüntülenmeyi kendine eğer iş ediniyorsa, Kılıçdaroğlu’nun da bizzat burada olması gerekir. Bu sıradan bir basın davası değil. Hâlâ bunun ayırdına varmadınız mı?”

İnsanın diyeceği geliyor: “Yok, sen artık yürüme Kılıçdar; artık kaç koş git bir yerlere, Nobel’e kadar yolun var…”