Nahid Sırrı Örik’in müthiş romanıdır “Abdülhamid Düşerken”. Osmanlının son dönemlerinde şatafat içinde gezinen varlıklıların, uyuşuk halde yazgıya boyun eğen yoksulların halini okursunuz romanda. Çevresinde olan bitene yabancılaşmış, günlük yaşantısını alabildiğine keyifle sürdüren bir kısım çevrenin rezilliğidir sergilenen.

Neden aklıma düşüverdi!

Egemen bir devletin toprağı korsan/terörist komşu(!) tarafından bombalanıyor, mamafih herkes suspus, olan biteni sinema filmi gibi izliyor. Neden? Çünkü işler biraz karışık. Henüz sarayını yeni yaptırmış padişahın bu komşuyla açıklanması güç ilişkileri olduğu biliniyor. Eh varıyla yoğuyla sultana siper olan vali, polis, savcı, siyaset ahalisi gözlerini kapamış; görmüyor, duymuyor, konuşmuyor… Halk mı? Derin uykuda…

Halkın ekmeğine göz koymuş bezirgânlar için sömürü düzeni alabildiğine tıkır tıkır işliyor. 17.000 işçi çalışırken can vermiş mesela ama kıyamet kopmuyor. Vergi vermemek için, kanını içtikleri halkın parasını yurtdışına çıkarmış tacirler, belgelerde adları uzun uzadıya yayınlanıyor. Çıt çıkmıyor. Dahası resmen Kilis’ten göç başlamış… Panama Belgeleri’yle suçüstü yakalanmış kimseler pişkince sırıtıyor, bir kişi itiraz etmiyor!

Kilis’ten gelen haberler korkunç. Yıllarca elde avuçta ne varsa biriktirip, bir ev sahibi olan insanlar, gözleri önündeki yıkım karşısında acıyla haykırıyor. Ana babalar çocuklarını okula götüremiyor. Hem ölüm tehdidi var, hem de çocuklar kaçırılma riski altında. Her yandan bombalar düşüyor. Devlet yetkilileri olayı örbas etmekle meşgul. Halkı rüşvetle kandırma telaşındalar. Basına haber verenler korkutuluyor. Peki, milletin kalanı ne âlemde dersiniz? Sanki Kilis başka ülkenin bir kentiymiş gibi, güllük gülistanlık bir uykuya dalmış vaziyette.

Sultan atamasını yapacağı kuklasının küçük heykelini yontuyor. Eğlenceli bir oyun bu. Bakıyorsunuz, o kukla olmaya niyetliler sırayı girmiş, kılıktan kılığa bürünerek, beğendirmeye çalışıyorlar kendilerini sanal padişaha. Saray entrikaları alabildiğine… Saraydan ne dedikodular sızıyor her gün. Birbirlerine girmiş danışmanlar, gammazcılar salgın gibi yayılmış etrafa, medya tetikçileri çekmiş kılıçları. Yalakalık, dalkavukluk, soytarılık artık akçeli işler, bastır parayı aç kilidi! Sultan en sadık olanını arıyor. Sadakat mi? Hak getire… Sultan vefalı değil ki, avanesi olsun! Ne öğrendilerse, ondan öğrenmediler mi?

Geçen gün buradan CHP liderine sorular sorduydum. Kilis düşerken, memleketin sorunlarını yeminli cumhuriyet düşmanlarıyla konuştuğu için sert yazdım. Bir arkadaşım aradı. Yazıda söz ettiğim iki kişinin o toplantıda olmadığını söyledi(Cengiz Çandar ve Mehmet Altan.) Ben büyük hata yaptım sandım. Meğer buluşmada Osman Kavala, Levent Gültekin, Şanar Yurdatapan varmış. Ben onun yalancısıyım. Kılıçdaroğlu’na HDP’yle birlikte olma telkininde bulunmuşlar. Kemal Bey sert tepki göstermiş bu kişilere. Anlayacağınız; ha o ha o ne fark eder! Yazdıklarım doğruymuş… Liberallerin adı değişir, sözü aynıdır…

Anlamadığım bu toplantının niçin düzenlendiği. Gülseren Onanç’ın tertip ettiği bilgisi var elimde. Doğru mu? Doğruysa amacı neydi acaba? Yeminli liberal, İslamcı eskisi tiplerden ne Kürt siyasal hareketine yarar gelir, ne de CHP’ye. Ben diyeyim de! Kilis düşerken neyin peşindesiniz bir anlasak…

Öteki muhalefete gelince… Yahu MHP’nin derdi bize mi düştü, diyeceğim ama diyemiyorum. Hukuksuzluk söz konusuysa, başkanlık adı altında karşıdevrim tamamlanacaksa elde olmadan ilgileniyor insan. AKP ve MHP diye iki parti var mıdır, aralarında ne fark vardır, bilmiyorum doğrusu. Lakin milliyetçi, vatanperver ahalinin derin uykuda olduğu anlaşılıyor Kilis düşerken…

Bu arada, memleketin halini anlayın diye yazıyorum; düne kadar Taraf okuyanlar artık Cumhuriyet alıyor! Medyanın iki ünlü Ahmet’i birbirine sövüp, sayıyor ağıza alınmayacak sözlerle… Sanırsınız ki biri temiz diğeri kirli! Liberal sefalet her yanda!

Sen neyle meşgulsün derseniz…

Akıl sağlığımı yerinde tutmaya çalışıyorum, bu dönemi az hatayla atlatmaya çalışıyorum, size gevezelik ediyorum, ha bir de bolca soru soruyorum. Kimseyi bulamazsam, kendime…