Kim bu Pumbaranlar?

Mehmet ÖZÇATALOĞLU

Elif Yonat Toğay, çocuklara yönelik yazdığı mikro öykülerle dikkatimi çekmişti. Yaşamımın zor bir döneminde karşılaşmıştım yazdıklarıyla ve kitabının adından cesaret alarak ayağa kalkmıştım. “Bir Şeyler Yapmam Gerek” diyordu çünkü. Sonra ‘Atıştırmalık Öyküler’ ve sonrasında da yine bu yıl içerisinde ‘Dinozorun Ayak Sesleri’ ile çıkageldi. Bu üç kitabın verdiği bir ileti vardı bize. Diyordu ki yazar, mikro öykü benim işim! Dünya edebiyatından örnekleri görmemize rağmen ulusal çapta rastlamamıştık daha önce çocuklar için mikro öykülere. Ve hâlâ türün tek temsilcisi sanırım Elif Yonat Toğay. Kendisinden yeni mikro öyküler beklerken okurunu şaşırtan bir hamlede bulundu yazar ve bir roman koydu önümüze bu defa. Rengârenk, kıpır kıpır, hareketli bir serüven/kitap. ‘Pumbaranlara Ne Oldu?’


Önce şu Pumbaranlara bir bakalım. Kim acaba bu Pumbaranlar? Bay Putu Pumbaran ve Bayan Putri Pumbaran tuvalet kâğıdını çok seven bir çift. Ve aynı zamanda parayı ve lüks yaşamı da. Putu Pumbaran saçsız, kaşsız, sakalsız, şiş göbekli, bodur bir adam. Putri Pumbaran ise aksine, çalı saçlı, çalı kaşlı, sıska bir kadın. Ve bu çift birbirlerine çok âşık.


Pumbaranlar tuvalet kâğıdını çok sevdikleri için yağmur ormanındaki ağaçları acımasızca kesip/kestirip kâğıt fabrikasına satıyorlar ve bunun karşılığında da çokça para ve tuvalet kâğıdı alıyorlar. Üstelik acımasızca davrandıkları tek şey yağmur ormanlarının ağaçları da değil. Esir aldıkları Sumatra Fili Kiki’nin özelliği ne? Sayılarının hızla azalması. Yani nesli tükenen canlılardan. Tıpkı güneş ayısı, kırmızı sakallı arı yiyen kuşu, cüce cadı makisi gibi… Bunu da kitaptan öğreniyoruz. Kitaptan öğrendiğimiz tek şey bu canlıların neslinin tükendiği değil tabi. Çok değişik türde ve isimde canlının olduğunu da öğreniyoruz. Hem de isimlerine bakınca asla gerçek olamayacağını düşündüğümüz canlılar. Ama yazar daha kitabın girişinde büyük puntoyla, altını çiziyor bunun “Bu hikâyede rastlayacağınız bitki ve hayvanların hepsi ama HEPSİ gerçektir” diyerek. Örnekleyelim: “Pembe Kız Böceği, Kırmızı Sakallı Arı Yiyen Kuşu, Cüce Cadı Makisi, Gökkuşağı Okaliptüsü, Kakao Ağacı, Uçan Sincap, Güneş Ayısı, Tarçın Ağacı, Ceset Çiçeği, Büyük Boynuzgaga, Cimpi Cimpi Bitkisi… Doğaüstü bir ortamdayız sanki. Şayet yazar altını çizerek tüm bunlar gerçek demeseydi, nasıl bir hayal gücü ile bunların ortaya çıktığını düşünür dururdum.

Kitapta yağmur ormanı sakinleri ile Pumbaranların mücadelesi anlatılıyor. İnsanoğlu her zaman her yerde olduğu gibi, saldıran, talan eden durumda. Orman sakinleri ise kendilerini ve nesillerini, yuvalarını korumanın peşindeler. Böyle bir mücadele olunca ortada ister istemez bir miktar şiddet de girmiş tabi. Olmalı mı, olmamalı mı üzerinden bir tartışma da yürüyüp gelebilir. Fakat her zaman söylediğimiz çocuğa her şeyin anlatılması gerektiğidir. Önemli olan nasıl anlatıldığıdır. Bir fanusta, steril bir şekilde yetiştirdiğimiz çocukları acımasız dünyanın içine bırakınca neler olduğuna herkes tanıktır. O yüzden bu mücadeleyi anlatırken gösterilen şiddet dozunda kalmış. Çocukların her gün televizyondan izledikleri ya da doğrudan görüp yaşadıkları otopark kavgalarının, yol vermeme restleşmelerinin yanında komik olarak bile değerlendirilebilir.

Kitabın sonunda her şey olması gerektiği gibi oluyor, adalet yerini buluyor. Fakat akıllarda kalan soru, “Pumbaranlara ne oldu?” Bu soru okurun aklına gelse de köyde kimse çıkıp da sormamış. Sanki hiç orada yaşamamışlar gibi Pumbaranlar’ı çabucak unutmuşlar. Zaten neyi unutmuyoruz ki? Bugün olanları yarın hatırlamadığımız için değil mi tüm bu yaşadıklarımız?

Neyse, çocuklar için mikro öykünün tek temsilcisi Elif Yonat Toğay, bu defa bir sürpriz yaparak Pumbaranlar’ın romanını yazmış. Pumbaranlar değil ama onlara karşı verilen dayanışma ve özgürlük mücadelesi çok kıymetli. Örnek olması dileğimle…

cukurda-defineci-avi-540867-1.