RT Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasına Samsun’a ‘inerek’ başlaması Türkiye tarihinin en sıra dışı postmodern performanslarından biri olmaya aday. Bir parodi gibi dursa da aslında daha derin bir anlamı olduğu açık

RT Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasına Samsun’a ‘inerek’ başlaması Türkiye tarihinin en sıra dışı postmodern performanslarından biri olmaya aday. Bir parodi gibi dursa da aslında daha derin bir anlamı olduğu açık.
İnşa edilmiş büyük anlatıların içinin boşaltılması, anlamın parçalanması ve aidiyet hissinin bulanıklaştırılması gibi modern olanın bozulmasını sağlayan araçların kullanıldığı bir eylem.
12 Eylül Darbesi’nden bir süre sonra bir erkek giyim markasının reklam sloganı olarak Mao’nun ‘değişmeyen tek şey değişim’ sözünü kullanması, İbrahim Tatlıses’in sanki Yılmaz Güney’ miş gibi yapması, Kenan Evren’in vagon penceresinden Atatürk pozları vermeye çalışması gibi ilk anda akla gelebilecek öykünmelerden ise oldukça farklı.
Taklit, asıl olana bağlılığın kanıtıdır. Öykünenin amacı anlamı bozup parçalamak değildir. Tam aksine öykündüğü gibi olmaya çalışırken, gücüne tabi olduğu anlamı ele geçirerek gücü de elde edebileceğine inanmaktır.
Oysa RT Erdoğan’ın Samsun’a inmesi ve orada yaptığı konuşma bu güne kadar ‘gücünü koruyan’ bir anlatıyı yıkmak ve yerine kendi kurucu mitosunu dillendirmek için özellikle seçilmiş gibi.
Samsun’la başlama fikrinin nasıl ortaya çıktığı, kimin fikri olduğu, konuşma metnini kim(ler)in hazırladığının ve tüm bunlara karar veren aklın amacının ne olduğunun bu bahiste yeri yok. Bilinçli olup olmadığının da değeri yok.
Yeni bir tarihi yolculuğa, büyük başlangıçların şehri Samsun’dan yola çıkarak başladığını ilan ederken Mustafa Kemal’e gönderme yapmasından daha önemlisi ise Samsun’u 1930 seçimlerinde Serbest Cumhuriyet Fırka’sına verilen %80 oy (!) ve 1961’de Cumhurbaşkanlığına adaylığı ‘engellenen’ Ali Fuat Başgil nedeniyle seçtiğini açıklamasıdır.
Böylece Erdoğan 1919 ile 2002 (ya da 2014) dönemini iki virgül arasına çekerek 1919 öncesi ve ‘kendisinden’ sonrasını aynı cümle içine taşımaya girişmiş oldu. Erdoğan’ın hayali gerçekleşirse bu toprakların ‘büyük’ tarihinde Mustafa Kemal’li dönem, ancak bir ara dönem düzeyine gerileyecek.
Bu kurucu mitos oluşturma girişimi Mustafa Kemal’in ‘Söylev’ de inşa ettiğiyle aynı yapıda. O da ‘1919 senesinin 19 Mayısında Samsun’a çıktığımda genel manzara ve memleketin durumu...’ diye başlayarak, kendisiyle başlayan, kendisini merkeze alan bir mitos inşa etmişti. Söylev, 1919 öncesine nokta koyup artık yeni bir cümleye başlıyor, başka bir tarih anlatısı kuruyordu.
Erdoğan ise o zaman koyulanın bir nokta değil olsa olsa virgül olabileceğini ve 95 yıl sonra aynı mekandan bir virgül daha koyarak Türkiye tarihinin bir dönemini kapatıp, akıp giden tarihin geçmişle asıl bağlarını kurarak devam etmesi gerektiğini söylemiş oluyor.
Sadece bu haliyle bile en azından büyük bir iddia.
95 yıllık parlamenter demokrasi deneyimi bütün suç ve günahlarına, yalpalamaları, darbelerle uğradığı kesintilere karşın, ‘padişah’ yetkilerine sahip bir Cumhurbaşkanı vesayetinden (Mustafa Kemal), demokratik sistemin denge koruyucusu ve Anayasa temsilcisi Cumhurbaşkanı’na (son örnek Ahmet Necdet Sezer) doğru bir demokratikleşme evrimiydi belki de.
Şimdi Erdoğan, yeniden geçmişe, 1919 öncesine dönerek padişah yetkilerine sahip bir Cumhurbaşkanı (Abdülhamit) ve onunla uyum içinde çalışan bir Meclis (Meşrutiyet) kurmak istiyor.
Son kırk yıldır büyük anlatıları parçalamayı amaçladığını iddia eden tüm postmodern girişimlerin nihai amacının kendi büyük anlatılarını inşa etmek olduğu bu gün daha açık seçik olarak görülebiliyor.
Erdoğan’ın ki de tıpkı diğer postmodern girişimler gibi ‘pastiche’ parodi ve kolaja dayanıyor. Farkı ne komik ne de yaratıcı olması; tersine zulüm, kan ve işkence üreterek sömürüyü derinleştirmesi.