Bilim insanlarının soyut düşündüğüne yönelik şikâyet sıkça dile getirilir. Bu şikâyeti, meslek odasında uğraşırken de, siyasetle iştigal ederken de sıkça işittim. “Soyut düşünüyorsun” denilirken bilim insanına söylenen, özü itibariyle yaşamın ve siyasetin somutluğunu ıskalıyor olmasıdır.

Soyut bir insan olarak somut bir örnek vereyim! Akay Kavşağı’na ilişkin Gökçek ile çıktığım televizyon programında, “Katlı kavşaklarla ulaşım sorunun çözülemeyeceğini, bu uygulamaların şehircilik ilkelerine ve kamu yararına uygun çözümler yaratmayacağını” söylediğimde, Gökçek sazı eline alıp, “Neymiş bu kamu yararı, şehircilik ilkeleri nereden geldiği belli olmayan laflarla çözümlerin önünü tıkıyorsunuz” türü bir çıkış yapmıştı. Kısaca, bilim insanı ve meslek odası temsilcisi olarak somut sorunlar karşısında, soyut kalıyorduk.

Benzer bir durumla siyasetle iştigal ederken de karşılaştım; kentin rantı yüksek alanlarında imar hakları 5 kat artırılırken, “Bu yapılanlar kamu yararına değildir, imar haklarını altyapı ve sosyal donatıları, ulaşım altyapısını gözetmeden bu derece artırırsanız, kentleri yaşanmaz hale getirirsiniz” dediğimizde, iktidar cephesinden aldığımız yanıt, soyut düşünme suçlamasının bir başka sürümü olan ideolojik saiklerle davranmaktı. Muhalif belediyelere “Bari siz onay vermeyin” dediğimizdeyse, en yetkili ağızlardan verilen ‘somut’ yanıt, “Bizim belediyeler onay vermezse ruhsat parası alamayacaklar” yönünde oldu.

Öyle ya da böyle geçtiğimiz uzun dönemde bilim ve meslek çevreleri kentleri şekillendirmede etkisiz kaldılar. Etkisiz kalmaları etkili çevreler gözünde soyut düşünmekten kaynaklandı. Her şeyi yutalım ama bu soyut kalma meselesine itiraz ediyorum! Soyutluk eleştirisine muhatap olmuş biri olarak savunmaya soyut düşüncenin kralı Hegel’i çağırıyorum.

Tarihin bir noktasında Hegel de soyut kalma suçlamalarıyla çileden çıkmış olmalı ki, “Kim soyut düşünüyor” başlıklı kısa bir yazı yazma ihtiyacı duymuş! Burada soyut-somut düşünme üzerine verdiği bir örneği paylaşmakla yetineceğim. Cinayet işlediği için ceza almış bir hükümlüyü, sadece yalıtılmış bir özelliği ile cani olarak gören sıradan görüş, Hegel’e göre soyut düşünmektedir. Oysa bilgili insan somut düşünür; söz konusu suçluyu düşünürken suçu, suçlunun bir özelliği olarak görmez, yaşadığı toplumsal ortamla ilişkilendirir; aldığı kötü eğitim, aile koşulları, karşı karşıya kaldığı adaletsizlikler suçluyu değerlendirirken dikkate aldığı şeylerdir. Soyut düşüncenin tek boyutluluğu karşısında somut düşünce çok boyutludur.

Bunları dün Eskişehir yolu üzerindeki şu meşhur kent girişlerinden birinden geçip, Ankara kent merkezine yaklaşırken belediyenin yol genişletme çalışması nedeniyle Başkent Üniversitesi önünde uzun süre duran trafikte düşündüm. Bu nafile çabanın gerisinde söz konusu bölge üzerinde ve bağlanan diğer bölgelerdeki imar hakkı artışlarının yarattığı ekstra trafik vardı. Bu tıkanıklığı aşıp tam rahatladık derken, Hacettepe Köprüsü ile Bilkent Köprüsü arasında arabaya dolan ve kanalizasyon sisteminin yetersiz kalmasından kaynaklandığını düşündüğüm kötü kokuyla sarsıldım. Bu prestiji ve imar hakları yüksek mis kokulu gelişme alanı da diğer birçok yer gibi geçtiğimiz dönemde altyapıyı gözetmeyen imar hakkı artışlarına konu olmuştu.

Bir metabolizma olarak kent, tıkanıp kokarken, orada arşivlerde kimin ne dediği ve ne yaptığı duruyor. “Bu altyapı bu yoğunluğu kaldırmaz, bu yollar yaratılan bu trafik karşısında çöker” yönündeki somut değerlendirmelerimizin karşısına siyaset, paranın soyutluğu ile çıkmış mı, çıkmamış mı? O zaman Hegel’e yaslanıp, “Sahi kim soyut düşünüyor” diye soruyor ve soyut düşünce suçlamasını, o suçlamayı yapanlara kötü kokular arasında iade ediyorum.

Not: İstanbul’a kayyum ataması yönündeki “spekülasyonları” tartışmayı, yapılmak isteneni normalleştirmeye hizmet edeceği düşüncesiyle, anlamlı bulmadım.