Kimdi bunlar!

Yüksel COŞKUN
Prof. Dr. Dicle Üniversitesi
Fen Fakültesi


“Doğa kötü bir mimardır. Dağları ve dağlardaki mağaraları yaparken, bunlarda insanın yaşayacağı umurunda bile olmamıştır. Bunun için, insanlar barınacak mağara ararlarken, kendilerine her bakımdan uygun olanına pek seyrek rastlarlardı. Evin ya tavanı çok alçaktı, ya da duvarları çökmek üzereydi, ya da kapısı o kadar dardı ki, içeriye emekleye emekleye girmek bile zordu.” 1

İnsanlık tarihi içerisinde bireyi değerli kılan pek çok özellik sayabiliriz. Bu özellikler o bireyin içerisinde yaşadığı dönemin insan-toplum-üretim ilişkilerinden etkilenerek şekillenir ve bireyin yaşam anlayışında cisimleşir. Bu bireyler çağının ilişkilerini, çelişkilerini gelecek nesillere taşır ve onların ufkunu genişletir.

Bruno, İtalyan filozof, rahip, gökbilimci ve Rönesans felsefesini biçimlendirenlerden biridir. Bruno evrenin sonsuzluğu yanında evrenin birliği ilkesini de benimser. Buna göre Ortaçağ felsefesinde temel alınan gök ile yer ayrılığını reddeder. Bruno; Tanrı’nın ve evrenin birbirinden farklı iki felsefe olmadığı, ama aynı gerçekliğin iki sonsuz görünümü olduğunu kabul eder.

Bu düşünceleri nedeniyle, 1576 yılında Roma’da daha 28 yaşında iken tanrı'ya saygısızlık, sapkınlık, dinsizlik suçlarından dolayı hakkında dava açılır. Sekiz yıl hapiste kalır. Mahkemedeki savunmasında;

“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım”2 der.

Uzun bir yargılamanın sonunda Hıristiyanlık’ın ünlü ilkesine göre, “kanı akıtılmadan eziyet edilerek öldürülmesine” karar verilir. Ona, düşüncelerinden vazgeçmesi ve sonsuz evren görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi durumunda kilise tarafından affedileceği söylenir. Ama o, gördüğü bütün işkencelere karşın, görüşlerinden taviz vermez ve bilim adamı olmanın onurunu daima korur.

Kilisenin bu kararı, Roma’da Campo dei Fiori meydanında 17 Şubat 1600 de Bruno’nun diri diri yakılması ile yerine getirilir.

Bu tarihsel hatırlatmadan günümüze gelecek olursak. Geçen hafta çıkarılan 689 sayılı OHAL KHK’si ile Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde Barış Bildirisine imza atan 17 akademisyen ihraç edildi.

Prof. Dr. A. Selçuk ERTEKİN

Prof. Dr. Doğan KURT

Prof. Dr. Emine MEŞE

Prof. Dr. Fikret UYAR

Prof. Dr. İrfan AÇIKGÖZ

Prof. Dr. Murat BİRİCİK

Prof. Dr. Murat KIZIL

Prof. Dr. Süleyman KIZIL

Prof. Dr. Tahsin SÖĞÜT

Prof. Dr. Yasemin BULUT

Prof. Dr. Yılmaz TURGUT

Prof. Dr. Zuhal TOKER

Doç. Dr. Aziz HARMAN

Yrd. Doç. Dr. M. Oğuz Sinemillioğlu

Yrd. Doç. Dr. Zeki KANAY

Öğr. Gör. Aydın GELMEZ

Arş. Gör. Yasin BEDİR

Bu insanlar;

Akılcıydılar: Doğaya, rastgele toplanmış, birbiriyle ilişkisiz, birbirlerinden bağımsız, ayrı şeyler, ayrı olaylar gözüyle değil, maddelerin ve olayların birbirleriyle organik olarak ilişkili bulunduğu, birbirine dayandığı ve birbiriyle belirlendiği tam ve bağımlı bir bütün gözüyle bakanlardı.

Özgürlükçüydüler: İnsan hakları, demokratik hak ve özgürlükleri sadece kendilerini değil herkesi kapsaması gerektiğini savunanlardı. Bugün insanlarımızın karşı karşıya kaldığı bütün kötülüklerin, haksızlık, eşitsizlik, yoksulluk ve yolsuzlukların sebebinin mevcut sömürü düzeni olduğunu; doymak bilmez kesimlerin yoksul çoğunluğun ekmeğine, özgürlüğüne, canına ve onuruna yönelen saldırılara dur demeyi; anadili ile özgürce konuşma ve eğitim haklarını kullanması gerektiğini düşünenlerdi.

Aydındılar: Muaviye’nin, yoksul bir Şamlının erkek devesini elinden alıp, etrafına toplanan kalabalığa da devenin dişi ve Muaviye’ye ait olduğunu onaylattırdıktan sonra Şamlıya git Ali’ye söyle; -Muaviye’nin “dişi deveyi erkekten ayıramayan, o ne derse evet diyen on bin adamı var.” diye gönderdiği mesajı anlayanlardı.

Yezid’in Hüseyin’i öldürdüğü için Yezid olmadığını, Yezid olduğu için Hüseyin’i öldürdüğünü bilenlerdi. Rızasız lokma yemez, destursuz konuşmaz, el’in yaptığı gibi gövdede kaşınan yeri bilenlerdi. Hakkı âdemde görenlerdi.

“Şart olsun ki, aç kalacağız, açıkta kalacağız ama Yezid’e biat etmeyeceğiz.” diyebilenlerdi.

İlericiydiler: Dünü aynen bugünde yaşamanın gericilik olduğunu bilen; din ve devlet işlerinin birbirinden kesinlikle ayrı tutulmasını isteyenlerdi. “Bir maymunu, ölümden sonra gideceği maymun cennetindeki sınırsız muzla kandırarak elindeki muzu vermeye asla ikna edemeyeceklerini3” bilecek kadar ileri görüşlüydüler.

Anti-Faşisttiler: Suratlarındaki maske ne olursa olsun; kendini hangi biçimde tanıtırsa tanıtsın; hangi yollardan yönetimi ele geçirirse geçirsin: Faşizmin;

“sermayenin emekçi halk kitlelerine yöneltebileceği en azgın saldırı, dizginlenmemiş bir şovenizm ve yağma savaşı, kudurmuş bir gericilik ve bir karşı devrim hareketi, bütün emekçi halkın en korkunç düşmanı”4 olduğunu çok iyi bilenlerdi.

Faşizmin Amerika’ya çizmelerle, özel selamlarla gelmeyeceğini; bir televizyon madrabazı, bir sahte milyarder ve ders kitaplarına geçecek bir “ego-manyak”ın halktaki nefret ve güvensizlik duygularını kışkırtmasıyla ve kör parti yandaşlığı, dava yokluğu ya da sadece basit bir korku gibi nedenlerle koca bir ulusal partiyi peşine takmasıyla geleceğini” tahmin edebilenlerdi.

Faşizmin bir insanlık suçu olduğunu; direnirsen her zaman kazanacaksın diye bir şeyin olmadığını, ama direnmezsen her zaman kaybeden olacağını; faşizmden iyi niyetli hamleler beklemenin salaklık olduğunu bilen sıradan ve sahici insanlardı.

Bilim İnsanıydılar: Bilimin amacı evreni anlamaktır. Toplumun tarihi içindeki hareketi ve değişimini, bunların neden-sonuç bağlantılarını araştırıp açıklayan bilim, aynı zamanda insana toplumsal değişme ve hareketliliğe bilinçli müdahale etme hakkı da verir. Akıl dışı, bilim dışı yobazlığa, bağnazlığa, karanlığa, kör inanca ve cahilliğe karşı aklın ve bilmin üstünlüğüne inanırlardı. İçinde yaşadıkları toplumu ve koşullarını bilimsel yöntemlerle inceleyip çözümleyerek anlamaya ve açıklamaya çalışanlardı. “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlık”olduğunu bilen, marifet kapısına ulaşmış ilim, irfan ve marifet sahibiydiler.

Doğadan gelen eşitsizliklerin toplumsal eşitsizliklerin kaynağı olamayacağını; doğanın kendine verdiği fiziki güçlülüğünü ya da zekâ ve akıl üstünlüğünü güçsüzü ezmekte, sömürmekte ve diğer insanlar üzerinde baskı kurmakta bir hak olarak görmeyenlerdi.

Solcuydular/Sosyalisttiler: Solcular/Sosyalistler, emperyalist sömürünün toplumların gelişmesini gerilettiğini; bu gerilemenin, toplumsal gelişmenin bütün alanlarında zincirleme sorunlar ürettiğini; geri kalmışlık zincirinin kırılabilmesinin emperyalizmin egemenliğine son vermekten geçtiğini bilirler. Yaşamın bütün aşamalarında sosyal ilişki içinde oldukları insanlardan ve bütün canlılardan rızalık almayı unutmayanlardı.

Devrimciydiler: Devrimcilik, çıkarların çatıştığı yerde haklıdan, bilgiden, bilimden, aydınlıktan ve ezilenden yana olmaktır. Bu tavrı açık olarak ve coşkuyla ortaya koymaktır. Devrimciler insanın toplumsal eşitsizliklerden, baskı ve sömürüden kurtulduğu koşullarda çok daha özgür ve mutlu olacağını; yabancılaşmadan ve yalnızlaşmadan kurtulmuş insanın toplumla ve bireyle ilişkilerinde bugünün sınıflı toplumlarında hayal edilmesi bile zor bir yüksek tatmin ve mutluluk düzeyine ulaşacağını savunurlar. Devrimcilik geri kalmışlığa bir isyandır, bunu bir kader olarak kabullenmemektir. Geri kalmışlığın nedenlerini araştırıp bundan kurtuluşun yolları üzerinde düşünmektir. Devrimcilik insanın insanlığına sahip çıkmasıdır5.

Hatasız değildiler, haksız da değildiler.

Mevsimlik işçi olmak için sabahın erken saatlerinde kuyruğa giren yüzlerce işsizlerin, açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan milyonlarca ailenin, her yıl savaşa harcanan milyonlarca liranın, dışarıdan saman satın almanın, soyguncu, hırsız, arsız, kadına şiddetin, çocuklara yapılan istismarın, Ege denizinde bedeni sahile vuran Aryan bebeğin müsebbibi hiç değildiler.

Bu insanlara karşı düşmanlığın bunca şiddetli olmasının sebebi: Haklıya, doğruya, iyiye, güzele, aydınlığa, özgürlüğe ve insanlığa duyulan öfkedir.

Fizikçilerdi, Kimyacılardı, Biyologlardı, Mühendistilerdi…

Babaydılar, Anaydılar, gençtiler, yaşlıydılar,

Türk’tüler, Kürt’tüler, Arap’tılar, Zaza’ydılar,

Sünni’ydiler, Alevi’ydiler, Süryani’ydiler,

Gakgoştular, dadaştılar, gardaştılar,

Yoldaştılar, Barışçıydılar, yurtseverdiler,

Onlar, İnsandı, i n s a a a a n…

Ama

Sizin ”Şeytan pazarında bir düzinesini yok pahasına satın alabileceğiniz bilim insanları” değildiler.

Ben mi?

“Sessiz öfkenin geleceğe umut olacağı beklentisi içerisinde bir Zoolog”.

Dipnotlar:

1 M. İlin ve E. Seagal’ın “ İnsan Nasıl İnsan Oldu”.

2http://www.apelasyon.com/Yazi/100-dusunce-ozgurlugunun-ilk-havarisi-giordano-bruno. Erişim tarihi 7 Mayıs 2017

3 Yuval Noah Harari 2016. Hayvanlardan Tanrılara-Sapiens.

4 Georgi Dimitrov 1976. Faşizme Karşı Birleşik Cephe.

5Nasuh Mitap 1989. Türkiye Sorunları 2.